'Sorun'a akraba olmak
Gündem bugünlerde çok yoğun; bu sebeple de yazılacak çok şey var. Ancak ben, bunların içerisinde daha önemli gördüğüm Paris'te işlenen cinayetler ve Diyarbakır'daki cenaze törenleri üzerinde durmak istiyorum. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, meydana gelen olayların ve gelişmelerin kendi doğal seyri içerisinde aktığını söylemek oldukça zorlaşıyor; olayların başka olaylarla sürekli alakasını kuruyorsunuz ya da kuruyorlar.
Paris'te işlenen cinayetleri ne tek başına örgüt içi hesaplaşma, ne tek başına karşıt güçlerle açıklamak pek mümkün değil. Tevafuktur ki, Başbakanın Afrika ziyaretinin hemen akabinde Paris'te cinayetler işleniyor; hemen ardından Fransa Mali'ye giriyor. İç içe girmiş girift ilişkileru2026 Öte yandan Fransa'nın bu cinayetlerle ilintisi, meydana gelen bu olaylarla da ayrıca yakından bağlantılı. Tüm bunların bizim açımızdan önemli çıktısı; dışarıdan müdahalelerin bu meseleyi uzun zaman boyunca gittikçe çıkmaza sürüklediği ve bundan sonra da rafine müdahalelerle de negatif tutumların sürdürüleceği.
Fakat Diyarbakır'daki görüntüler tüm Türkiye'ye ümit verdi. Olaysız geçen cenaze törenleri, farklı yorumlara sebep oldu. Kimileri zaten burada BDP için bir rant olmadığı gibi yorumlarda bulundular. Her halükarda, bunun olumlu bir adım olduğunu kabul etmemiz gerekir; hem polislerin tavrı hem de bölge halkı ve siyasetçilerin tavrı açısından. Fakat benim asıl dikkatimi çeken, özellikle ölüm grevlerinin ardından BDP ve PKK siyasetindeki kısmi sükunet hali. Bu sükuneti, iç ve dış siyasetten bağımsız okumak pek mümkün değildir. Özellikle Ortadoğu'da nasıl bir yapı amaçlandığı ve küresel aktörlerin buradaki tavrı, bu meselenin geleceğinde etkileyici olacaktır, buna kuşku yok.
Gazete ve internette Diyarbakır'daki cenaze töreninde toplanan kalabalığı gördüm. Kalabalığın resmine bakınca, ilk aklıma gelen soru şu oldu: "Terör nerede başlayıp nerede bitiyor?" ya da daha özelleştirerek söyleyecek olursak; "PKK nerede başlıyor, nerede bitiyor?" Nihayetinde PKK'nın kurucu isimlerinin de bulunduğu üst düzey kişilerin cenaze töreninden bahsediyoruz. Ama aynı törende büyük bir kitlenin orada varlığını görüyoruz. Dolayısıyla daha önce yapıldığı gibi halkı göstererek "bunların hepsi terörist" söylemiyle vakıayı hem açıklamak hem de çözmek oldukça zor. Tamam PKK bir terör örgütüdür ama orada neden karşılık bulduğu sosyolojik olarak ciddi bir sorudur.
Zamanında ulusçu yaklaşımların, sorunu giderek büyüttüğünde hiç kuşku yok. Daha önce böyle bir mentaliteden hareket eden iktidar aklı, tutum ve uygulamalarında hem PKK'yı büyüttü hem de örgütün halk tabanı sağlamasına sebep oldu. Bugün Güneydoğu Anadolu'ya baktığınız zaman, tutuklama, işkence, kayıp vb. öteleyici tüm tutumlardan bir çok ailelerin mağdur olduğunu görürsünüz. İnsanlar, mağduriyeti yanında yöresinde hissettikçe, ailesine dokundukça, acının ismi dayısı, oğlu, babası oldukça; hasılı sorun kendisine akraba hale geldikçe PKK, örtük ve açık biçimlerde destekçilerini artırdı.
Ulusçu söylemler dozunu artırdıkça, hem Türkiye'de yaşayan insanlar arasındaki ayrılık noktaları artmakta, hem de gerilimler derinleştirilmektedir. Bu sebeple bundan sonraki söylemlerin, bilhassa çatışmayı arttıracak ulusçu ve marksist söylemlerden uzak bir barış dilini kullanmaları büyük önem taşımaktadır. Ben acizane şu adımların atılmasını gelecekte, bazı sorunların aşılması açısından gerekli görüyorum.
Farklı etnisiteden insanlar (Türkler, Kürtler, çerkesler vb.) yıllardır bu ülkede gündelik hayatlarında barış içinde yaşamaktadırlar. Komşuluk, arkadaşlık, alışveriş vb. İşte bu gündelik hayatın metafiziğini, ilkeler bazına taşımak.
Farklılıkları ayrıştırıcı ve öteleyici değil, tarihsel tecrübe ve hafızadan beslenen birleştirici bir dil kullanmak.
Yeni yapılacak Anayasa'da temel insani hakların mutlaka herkes için garantiye alınması.
Acı ve sorunlara akraba kılıcı söylem ve tutumlardan uzak durmak. Bunun kısa ve uzun vadede, teröre desteği bitirecek bir uygulama olduğu görülmelidir. Bu çerçevede Roboski (Uludere) olayının faillerinin bir an önce bulunması ve bunun için gerekirse hükümetin özür dilemesi.
Bu sorunların çözümüne ait dinamiklerin, yine bu ülkenin içindeki metafizikten kaynaklandığının altını önemle çizmeliyiz. Bu metafizik, sadece Türkiye insanını değil tüm ümmeti ve giderek tüm insanlığı kuşatacak bir dinamizmi potansiyel olarak içinde taşımaktadır. En nihayetinde, Türkiye'deki bu sorunların devamını arzulayan yurtiçi ve özellikle yurtdışındaki bazı iradelerin, zamanı gelince herkesi harcayabilecekleri daha iyi anlaşılmış oluyor. Bu da, Türkiye'nin kendi dinamizmi ve metafiziğine niçin dönmesi gerektiği sorusu ve buna verilecek cevapları daha anlamlı kılıyor.