Sorun laiklik mi / Sekülerizm mi ?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne süregelen, her daim gündemi meşgul eden kadim bir tartışma; Laiklik tartışması...
Bugünlerde, yeniden fitili ateşlenen en temel tartışma konularından biri, hiç şüphe yoktur ki laiklik mevzusudur. Özellikle, Orta Doğu coğrafyasının ve Batı dünyasının tarihsel varoluşu ve yapısal dinamiklerinin farklılıkları bu tartışmanın en temel nedenlerinden biridir. İslam coğrafyasındaki farklı devlet ve yönetim uygulamaları göz önüne alındığında, Batı tarzı laiklik uygulaması en açık haliyle sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda mevcuttur.
Laiklik Türkiye'de oturmuş bir kavram mi? Asıl bunu konuşalım; çünkü
Toplum olarak kelime ve kavramlar ile başımız belada.. laiklik kavram ve uygulama olarak bunu teyit etmektedir. Laikçilik anlayışına sahip erkler sebebiyle, din ve devlet ayrı iken devlet hep dindarlar ile uğraştı.
Tarihsel ve yapısal farklılıklar nedeniyle, laikliğin Batı dünyasındaki yorumu ile Türkiye pratiği arasında gözle görünür bir ayrım var. Bu nedenle İngiliz tarzı “secularism” ya da Fransız modeli “laisizm” Türkiye’de geçmişten günümüze uygulanan laikliğin,kendine has bir biçimi olduğunu söylemek Elbette ki yanılgı olmayacaktır.
Laikliği anayasal güvenceye almış nadir ülkelerden biri olmamıza rağmen, laiklik ve sekülerliğin karıştırıldığını, hatta tanımlamalarının doğru yapılmadığını görüyoruz. Aslında bu kavramlar benzerlik gösterse de temelde farklı dinamiklerdir.
Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması iken, sekülerizm din ile yaşamın birbirinden kesin bir şekilde ayrılması, dünya hayatına odaklanılması yani kısaca 'dünyacılık'tır. Yani birinde kamu “din devlete karışmasın” derken, diğerinde kişi “din hayatıma karışmasın” demektedir. Her seküler, laiktir ama her laik, seküler değildir.
Aslına bakarsanız, laiklik toplumsal bir meseledir ama sekülerlik kişiseldir.
Genel olarak seküler insanların oldukça büyük bir bölümü, ateist olmadığını iddia eder ve kendilerine göre ya da diğer insanlar gibi belirli bir dini inancı olduğunu söyler. Seküler insanların büyük bölümü, tanrının varlığını sorgulamadığını yalnızca “dini otoritenin” günlük hayatı ilgilendiren konularda esas alınacak bir irade olmadığını ifade eder.
Laiklik tabi ki dinin suistimalini önlemek için faydalıdır. Ancak sekülerliğin sadece Allah’ın varlığını kabul etmek ancak yaşam üzerine hükümleri tatbik etmemek olduğu için deistlikten pek bir farkı yoktur.
Özetleyecek olursak; laiklik devlete, sekülerizm ise topluma ilişkin kavramlardır. Bu kapsamda örneğin, “laik birey” ya da “laik toplum” gibi bir ifadeler yanlıştır. Laik olan devletlerdir. Bireyler ve toplumlar ise sekülerdir.
Ülkemizdeki laiklik anlayışının en önemli sorunların başında olma sebebi ; Kemalist elitlerin dini özel alan meselesi olarak tanımlayarak, dini sembol ve değerleri kamusal olarak tanımlaması ve kendi inançları ile devletin doğruları arasında bölünen toplum kesimleri arasında yaşanan çatışma ve ötekileştirme aracı olmasıdır.
Türkiye’de laikliğin bu derece akut bir duruma gelme sebebi, Cumhuriyet elitlerinin laiklik yoluyla girişmekte oldukları modernleşme süreçleri, başka bir ifade ile medeniyet değiştirme çabalarında laikliğe yüklemiş oldukları misyondur.
Türkiye’de laiklik uygulamalarının militanca yürütülmesinin, en baskıcı örneği başörtü yasağı olmuştur.
Amerika’da ve birçok Batı Avrupa ülkesinde dini inancı gereği başörtüsü ve başka dinlere ait kıyafetleri ile işyerinde bulunmayı laiklik için bir sorun görmeyen anlayış biçimi, ülkemizde laikçilerin bakış açısıyla bambaşka ve paranoyakça bir tepki ile karşılık bulabilmekte ( idi) ve bu bir laiklik ihlali olarak tescil ettiriliyordu.
Dini aidiyeti sembolize eden başörtüsü kullanımı ve kimi dini seremonileri alenen yapmak Türkiye’de yıllar yılı bir laiklik ihlali sayılagelmiştir. Bu özellikle belli kurumlarımızda adeta bir norm halini almıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde dindarlık, ordudan atılmaların temel zeminini teşkil etmekteydi.
Yaşamış olduğumuz onca yanlış ve acı tecrübelere rağmen, Türkiyenin gelecekte daha makul bir laiklik doktrinine doğru ilerleyeceğine olan umudumuz baki, bu minvalde çabamız her daim elzem.En önemli koşul ise ülkenin demokratikleşme aşamalarını doğru bir şekilde sürdürebilmesidir. Bu konuda siyasi partilere son derece mühim ve bütünleyici görevler düşmektedir.Kucaklayıcı ,kuşatıcı Ötekileştirmeden dindar, muhafazakar , seküler , laik hep birlikte Türkiyeli olabilmeliyiz.
Bunları neden mi yazdım. bu kavramlar ve dayatmalar, tarihin tozlu raflarında kaldı. Ak Parti iktidarı bunun değişmesinde öncü kuvvet olmuştur. Toplum olarak neye düşmanlık yaptığımızı ve neye sempati duyduğumuzu bazen unutuyoruz. “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”