Sorun halletme ve kutuplaşma
Gerek global ölçekte gerek müslüman toplumlarda gerekse Türkiye’de ciddi problemler ve ağır insanlık sorunları yaşanmaya devam ediyor. Özellikle ağır insanlık sorunlarının varoluşsal boyutlarıyla ilgili olarak zaten epey yazıyorum. Öte yandan gündelik sorunlarımızın bunlarla bağlantılı boyutları da es geçilmesine rağmen önemli.
Temel sorumuz; bu giderek ağırlaşan gündelik sosyal, siyasal ve eğitsel sorunlarımızı nasıl aşacağız? Burada iki probleme değinmeye çalışacağım. Birincisi, sorun halletme biçimimizle ilintili. İnsanlarımızda şöyle bir algı var. Söz gelimi; eğitim sorunlarımız, gidip Avrupa ülkelerinden birisinden iyi bir sistem alıp uygularsak çözülecek diye düşünülüyor. Ancak temel meselenin bizde bir zihniyet oluşturmak olduğu hususu, biraz uğraş gerektirdiği ve zor olduğu için es geçiliyor.
Bir kere aileden başlayarak insanlar üretici bir zihniyetle yetiştirilmiyor. Üstelik çocuklara yükümlülük kazandırıcı bir içerikten ziyade, kazanarak elde etmedikleri bir hak ve konfor sunuluyor. Hakları elde etmek önemli ancak bunlar bir yükümlülükle birlikte olmadığında ortada sadece konfor ve talepler kalıyor. Aslında aynı durum gündelik hayatta da geçerli. Üniversite öğrencileri üzerinde yaptığım gözlemlerde öğrencilerin bir sorunu halletmek üzere yöntem fikrine yabancı oldukları; yani işleri rastgele halletmeye çalıştıklarını gördüm. İkincisi de, tüketici zihniyet ve kolaycılık. Aslında gündelik hayata girdiğinizde de aynı sorunları farklı alanlarda gözlemleyebilirsiniz. İşte tam da bu sebeple yapılması gereken, bütün iş halletme biçimlerine hayatiyet kazandıran bu zihniyeti dönüştürmek belki de.
Aynı şey siyaset ve siyasal tercihler için de geçerli. İnsanlar bir siyasi partiyi değiştirince diğerinin bütün işleri halledeceğini düşünüyorlar. Aslında sorunlu gördükleri siyaset biçimine kalım hakkı veren de dolaşımda olan zihniyettir. Dolayısıyla yaşanan sorunların büyük oranda kaynağının yapısal olduğunu bilmekte fayda var. Bunun üzerine insanlar farklı mercileri suçlayarak ya da bir suçlu bularak hem kendini rahatlatmakta hem de işin içinde sıyrılmaktadır. Halbuki öncelikle sorumlu bir insan olarak kendi eyleyiş biçimini düzeltmesi, ülkenin gidişatına müdahil olması gerekmektedir. Benzer durumlar sosyallikler ve kültürellikler içinde de yaşanmaktadır.
İkinci önemli nokta da toplumda gözlemlenen kutuplaşmadır. Kutuplaşma, kimi zaman farklı siyasal tercihler, ideolojiler ya da diğer unsurlar üzerinden olmaktadır. Öncelikle sıklıkla kullanılan dünyanın küreselleştiği argümanını anlamlı kılan şey onun küçülmesi; dolayısıyla artık ortak insani sorunları herkesin yanıbaşında görmesidir. Bu durum insanların hangi çevre ya da ideoloji içerisinde olursa olsun, bu sorunları beraberce konuşmalarını gerektirmektedir. Tabii ki çözüm sadedinde herkes kendi ideolojisinin çerçevesinde önerilerde bulunabilir. Ancak insanlarımızın ve özellikle entelektüellerimizin kendi ideolojik ve düşünsel kalıplarıyla sınırlı kalmadan konuşma ve tartışma yapmaları ve diğerini ötekileştirmemeleri gerekiyor. Aslında şehirleşme ortamındaki çeşitlilik gettolaşmayı kırmak için bize önemli bir imkan sunuyor fakat “zihinsel gettolaşma”nın hala buna izin vermediğini görmekteyiz.
Mevcut toplumsal zihniyetle ve iş halletme biçimiyle artık daha yürünecek bir yol kalmamıştır. Kırılganlıklarımızdan faydalanarak retorik düzeydeki söylemler üzerinden yol aldığımızı düşünüyoruz. Fakat iş, hayatın ortodoksisine dayandığı zaman, bu da işe yaramayacaktır. Yapısal sorunlarımıza neşter atılmadığı sürece, maalesef konuştuklarımızı tekrar etmek durumunda kalacağız. En fazla da kendimiz üzüleceğiz.