Sorun halletme biçimi
Thales’i düşünce tarihinde önemli kılan şey; insanın karşı karşıya kaldığı doğadaki çeşitlilik, dünya ve eşyayı bir şeye bağlayarak bunların arkaplanında ne olduğunu sormasıdır. Thales’in arche olarak suyu her şeyin temeline yerleştirdiği bilinir. Bu bağlamda o, felsefi düşünmenin de başlangıcına yerleştirilmektedir.
Burada benim altını çizmek istediğim nokta; her şeyi bağladığınız tek şeyin olması meselesidir. Bu tek şeyi ister “Tanrı” olarak düşünün isterse metod anlamında bir perspektif olarak düşünün, isterse başka şeyler olarak belirleyin; neticede kendinize ve eşyaya sebep-sonuç ilişkileri ve birbirleriyle bağlantıları içinde anlam verebileceksiniz demektir. Zihinlerini ve pratiklerini böyle “bir” etrafında toparlayalamayan toplumların işlerini halletme biçimlerinde dağınıklık, düzensizlik en başta görülen negatif semptomlardır. Ben “hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez” sözünü bu durumla uyumlu görüyorum.
Niçin böyle bir sorundan bahsediyorum? Çünkü müslüman toplumlarda buna benzer sorunlar çok yoğun bir şekilde kendisini göstermektedir. Öncelikle metodolojik açıdan bu sorun nerede görünmektedir? Müslüman toplumlarda yaşanan birçok problemler, sosyal, ekonomik vakıalar gerçekte metodolojik anlamda sorun halletme biçimimizden kaynaklanmaktadır. Çünkü her bir problemi, temelden halletme gibi bir cehdimiz yok. Söz gelimi; bir problem yaşıyorsunuz. Yapmanız gereken bu problem niçin yaşanıyor, sebepleri neler? Nereden başlamalıyım ve daha da önemlisi nasıl bir yöntemle bu problemi kökten halledebilirim? Sorularını sorarak bunları samimiyetle çözmekten geçmektedir.
Osmanlı’dan bu yana geçen modernleşme sürecimizde karşı karşıya kaldığımız sorunlarla sürekli karşılaşmaya devam etmeyi nasıl açıklamalıyız? Şayet her beş senede bir problemi halletseydik, şimdiye çoktan birçok sorun kökten düşünülerek en azında hal yoluna girecekti. Fakat dikkat ederseniz, sorunlarımız hep aciliyet kespetmektedir ve “anlıksal” çözümlerle halledilmemekte, daha çok ertelenmektedir. Dolayısıyla ne kadar çok sorunumuz olursa olsun, bunları metodolojik olarak “sorun halletme metodolojisi” bağlamındaki bir temel problemle ilintilendirebiliriz.
Sartre, romanında kahramanının tramvaydaki koltuğun anlamı üzerine şaşırması ve bir an bocalaması üzerinde durmaktadır. Bizler de dünyada yaşarken birden doğada ve çevremizde çoklu eşyalarla karşılaşırız. Bunların yeri ve anlamları üzerine daha önceden zihnimizde oluşturulmış bir anlam ve düzen vardır. Yani araba, ağaç, ev, sandalye vb. üzerine zihnimizdeki anlam ve anlam düzeni içerisinde düşünürüz. Bir mü’min bu anlam ve düzeni Tanrı’ya bağlayarak kendisini kuşatan eşya konusunda bir bocalama yaşamaz. Ateistlerin itirazlarında olduğu gibi, eşyanın bu anlam ve düzenini gerçekten taşıyıp taşımadığı bahsi diğer bir tartışma konusudur.
Leszek Kolakowski’nin başka bağlamları içererek de dile getirdiği bir kitabının sorusunu bu durum için tekrarlamak istiyorum: “Neden hiçbir şey yok da bir şey var?” Gerçekten bir an için eşyanın anlam ve düzenine yabancılaştığınızı düşünün; bu anlam ve düzeni askıya alın. Bütün insanlar bir anda bocalayıp sersemleyeceklerdir. Çünkü eşya ve doğadaki çeşitlilik bir yerde, bir anlamda toparlanmadığı ve aralarında anlam düzeni kurulmadığı zaman ciddi bir düşünsel kriz başlar.
Tanrı’nın bir anlam ve düzen problemine karşılık geldiği bu bağlamda söylenebilir. Yalnız müslüman toplumlar, bu anlam ve düzen problemini “Tanrı”ya referansla hallettikten sonra, bu zihni perspektifi hayatlarında kendi imkanlarını genişletecek, sorun halletme biçimi oluşturacak bir metodolojiye dönüştüremeden rutinleşmektedirler. Böylece “Tanrı”yı kendileri için bir imkan olarak görme yerine, Ona vekalet vermeye teşebbüs etmektedirler.
Bilmiyorum zihni işlemlere en baştan mı başlamak lazım, yoksa takıldığımız noktadan devam etme imkanı var mı? Bunu farkındalıklarımız belirleyecek gibi geliyor.
Not: Ülkemiz ve tüm dünya Müslümanlarının kurban bayramlarını tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan (CC) tüm insanlık için mutlu ve huzurlu bir gelecek temenni ederim.