Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Şubat 2022

Sorumsuzluk sorumsuzca işletiliyor

Şüphesiz emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Adalet meselesi konusunda yazılabilecek çok fazla konu var. Meseleyi hukuki esaslarda değil, köşe yazısı sınırları içinde ele alacağız. Bu bağlamda ilk söylenmesi gereken husus şudur; adalet konusundaki sorun sadece bu günlerin sorunu değildir, son 150-200 yıldır adaletsizlik bu coğrafyaya hâkim olmuştur. Ancak son dönemde bu durum tahammül edilemez seviyeye erişmiştir. Halkımız canı yandığı için hakkını alabilme umudu ile adliyeye gidiyor, yandım Allah diyerek çıkıyor. Mağduriyetler katmerli hale getiriliyor. Buna bir de adaletin gelir kaynağı olarak görülmesi eklenince, mağduriyetler daha da artıyor.

Kainatın yaradılışında adalete o kadar önem verilmiştir ki, “adalet” yaradılışın dört esasından birine dâhildir. Adalet meselesine bu derece önem verildiği takdirde önemli sonuçlar elde edilebilecektir.

Uzun zamandır yapılan kamuoyu araştırmalarında kamu hizmetleri içinde en az güvenilir bulunan hizmet adalet hizmetleridir. Yani halkımız adalete olan inancını yitirmiştir. Bir mal veya hizmet düşünün ki, müşteriler memnun değil, üretenler memnun değil, çalışanlar memnun değil, kullananlar memnun değil, yönetenler memnun değil, yani kısaca bütün paydaşlar şikayetçi ve fakat inatla ve ısrarla ve zorla üretilmeye devam ediliyor, hem de aynı şekilde üretilmekte ısrar ediliyor.

Devletin olduğu yerde çözümsüzlüğün çözüm olması sözonusu olamaz, öyleyse öncelikle çözme iradesi lazımdır. Sistemsizlikten beslenme kültürünün tasfiye edilmesi ile çözüme ilk adım atılacaktır.

Sorunun pek çok boyutu vardır, adliyelerdeki fiziki durum adalet üretmeye izin vermiyor olabilir ancak adalet üretme iradesi ve sorumluluğunun bulunmaması da bu konuda çok etkili neden durumunda.

Hukukumuzda çok bilinen bir kural vardır; “Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” yani, bir kişi hukuku bilmediği için yanlış yaparsa cezasını çeker, sonucuna katlanır. Peki bunun istisnası var mıdır, vardır, 1. Fiil ehliyeti bulunmayanlar, yani akılsızlar, deliler gibi kişiler, 2.Hakim ve savcılar. Yani toplumun en akılsız tayfası ile akıllılar tayfası hukuku bilmeden iş yaparsa sorumlu değildir. Bu durumda uygulamada kural, şu hale evrilmiştir; “Hakim ve savcılar hariç, Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz”. Meselenin daha vahim boyutu da şudur, hakim/savcı hukuku bilmediği için yanlış yaptığında bunun bedelini adliyede adalet arayan vatandaşımız öder. Öyleyse bizim kural şu hale gelmiş oluyor; “Hakim ve savcılar hariç, Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz. Eğer hakim ve savcı kanunu bilmediği için hata yaparsa bunun bedelini de vatandaş öder”. Fiili durum itibarıyla işin özü budur.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.46-49 arasında düzenlenmiş devletin sorumluluğu yoluna gidip, hakime rücu etme kurumu yazımızın dışındadır. "Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması (HMK m.46/1-c)" tazminat davasına konu edilebilir. Uzun ve zor bir yol olsa da tazminat düzenlenmiştir. Ancak bu tarzdaki kararlarda, anayasa gereği hukuka uygun işlemesi gereken yargıda, disiplin yolu işletilmesi kanunda yoktur.

Kadim devlet geleneğimizde bir kural vardı; “yetki ve sorumlulukta paralellik”. Şimdi bu kural tersine döndü, başarısızlık ödülleri dağıtılmaya başlandı. Normalde kuralımız nedir, bir konuda yetkili kim ise, yapılan yanlışın sorumlusu da odur. Peki hukukta bu kuralı nasıl işletiyoruz şimdi: Davul vatandaşın sırtında, tokmak hakim ve savcıda. Anayasa, m.138 “Hâkimler, …Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak … hüküm verirler.” hükmünü getirmiştir. Peki bu anayasa hükmünün sorumluluk tarafına yansıması nasıl olmuştur. 1983 Tarihli, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu disiplin hükümlerini düzenlerken, hakimlere görevlerini kanuna aykırı yaparlarsa sorumluluk yüklemiş değildir. Sadece Kanunun 63/d maddesinde “Kanun, tüzük, yönetmelik karar ve talimatlarda açık olarak belirtilen konularda, işi uzatacak şekilde davranışlarda bulunmak, yazı ve tekitleri zamanında cevaplandırmamak, ile sınırlı sorumluluk yüklemiş, yani hakim ve savcıya kanunun açık hükmüne aykırı karar vermek serbest, ancak süreleri ihlal etmek yasak. Yani süresi içinde olduğu takdirde, kanunun her türlü açık hükmüne aykırı karar vermek serbest. Bunun üstüne bir de hakimlik teminatı altında, yargısal faaliyetten dolayı sorumsuzluk getirilince, buyurun size keyfilik derecesinde hukuka aykırılıkların serbest olduğu; yani sistemsizliğin sistem olduğu, kuralsızlığın kural olduğu (töresizliğin töre olduğu), haksızlık yapmanın hak olduğu bir sistem… Bu nedenle de hakim ve savcılar, kanunun açık hükümlerini ihlal eden kararlar verdiklerinde bile hiçbir sorumlulukları bulunmadığı için adalet sistemi çökmüş durumdadır. Pejoratif bir ifade ile, hani, anayasamız gereği, hiç kimse hakim ve savcıya talimat veremez ya;“fiili işleyişte, âdetâ hâkim ve savcılar yasamadan bile bağımsız olmuş, yasaların talimatlarına bile uymak zorunda olmaktan çıkmıştır.”Bunun üstüne bir de hakim ve savcılar ile ilgili şikayet mercii yine hakim ve savcılar olunca, hakimi hakime şikayet etme kültürü akıl tutulmalarına sahne olan uygulamaları karşımıza çıkarttı. Yapılan şikayetlerde, HSK sadece “suç işleme kastı” ile sınırlı yorumlamakta ısrar ettiği için görev disiplini ve ciddiyeti ayaklar altına alınmış oldu. “Sistemsizlik sistemi” bütün bağlantıları ile bütüncül olarak işletilmektedir. Mesela, bir hakim bir gün süreyle görevine gelmediği için ifade için bekleyen bir kişi mağdur olmuş, yurtdışı toplantılarına yetişeceği uçağı kaçırmıştı. Bu hakim görevine gelmediği için şikayet edilmişti, verilen karar “her ne kadar hakimin görevine gelmediği tesbit edilmişse de suç işleme kastı bulunmadığı için soruşturma açılmasına yer olmadığına” anlamında bir sonuca ulaşmıştı. Bu ülkede görevi ihmal (ve kötüye kullanma) ne zamandan beri suç olmaktan çıkmıştır….! Bu tarzda binlerce örnek verebiliriz. Özellikle ekonomik suçlar tarafında savcılıklar görevi ihmal derecesinde hukuka aykırı kararlar vermekte ısrarcı…

Modern çağın yönetimini özetleyen kavram “yönetişim” olarak ifade edilir. Biz her yerde olduğu gibi adalet hizmetlerinde ve özellikle de denetiminde “yönetişim” modeli kurmak zorundayız. Bütün paydaşların şikayetçi olduğu, ancak hiçbir paydaşın yönetişime dahil edilmediği bir sistemden doğru sonuç çıkması mümkün değildir. Bu nedenle, disiplin soruşturmalarının incelemesini, paydaşların katılımına açmak lazımdır. Bu bağlamda, hakimi hakime şikayet etme kültürü terk edilmelidir. Bunun yerine, odalardan, borsalardan, barolardan, valilikten, bakanlıktan, adliyeden, tüketici örgütlerinden, üniversite öğretim üyelerinden, oluşacak, şikayet edenin ve edilenin de temsil edileceği geniş katılımlı bir heyetin disiplin soruşturması açılıp açılmamasına karar verebileceği bir “yönetişim” modelinin kurgulanması çözümün ilk adımı olacaktır. Anayasa’nın, kanuna uygun karar vermeyi zorunlu tutan hükmünün ihlalinin de somut yaptırımı getirilmelidir. Yetki ve sorumlulukta paralellik devlet ciddiyetinin gereğidir. Sorumsuzluğun alabildiğinde sorumsuzca işletildiği sistem, devletin temeli olan adaleti çökertmiştir.

Yeni dönemde ilk ve en hızlı revize edilecek hizmetler adalet hizmetleri olacak, herkes yetkisinde sorumlu olacaktır…