Sorumsuzluk sorumsuzca işletiliyor
Şüphesiz emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Adalet meselesi konusunda yazılabilecek çok fazla konu var. Meseleyi hukuki esaslarda değil, köşe yazısı sınırları içinde ele alacağız. Bu bağlamda ilk söylenmesi gereken husus şudur; adalet konusundaki sorun sadece bu günlerin sorunu değildir, son 150-200 yıldır adaletsizlik bu coğrafyaya hâkim olmuştur. Ancak son dönemde bu durum tahammül edilemez seviyeye erişmiştir. Halkımız canı yandığı için hakkını alabilme umudu ile adliyeye gidiyor, yandım Allah diyerek çıkıyor. Mağduriyetler katmerli hale getiriliyor. Buna bir de adaletin gelir kaynağı olarak görülmesi eklenince, mağduriyetler daha da artıyor.
Kainatın yaradılışında adalete o kadar önem verilmiştir ki,
“adalet” yaradılışın dört esasından birine dâhildir. Adalet meselesine bu
derece önem verildiği takdirde önemli sonuçlar elde edilebilecektir.
Uzun
zamandır yapılan kamuoyu araştırmalarında kamu hizmetleri içinde en az
güvenilir bulunan hizmet adalet hizmetleridir. Yani halkımız adalete olan
inancını yitirmiştir. Bir mal veya hizmet düşünün ki, müşteriler
memnun değil, üretenler memnun değil, çalışanlar memnun değil, kullananlar
memnun değil, yönetenler memnun değil, yani kısaca bütün paydaşlar şikayetçi ve fakat inatla ve ısrarla ve zorla
üretilmeye devam ediliyor, hem de aynı şekilde üretilmekte ısrar ediliyor.
Devletin
olduğu yerde çözümsüzlüğün çözüm olması sözonusu olamaz, öyleyse öncelikle
çözme iradesi lazımdır. Sistemsizlikten beslenme kültürünün tasfiye
edilmesi ile çözüme ilk adım atılacaktır.
Sorunun pek çok boyutu vardır, adliyelerdeki fiziki durum
adalet üretmeye izin vermiyor olabilir ancak adalet üretme iradesi ve
sorumluluğunun bulunmaması da bu konuda çok etkili neden durumunda.
Hukukumuzda
çok bilinen bir kural vardır; “Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” yani,
bir kişi hukuku bilmediği için yanlış yaparsa cezasını çeker, sonucuna
katlanır. Peki bunun istisnası var mıdır, vardır, 1. Fiil ehliyeti
bulunmayanlar, yani akılsızlar, deliler gibi
kişiler, 2.Hakim ve savcılar. Yani
toplumun en akılsız tayfası ile akıllılar tayfası hukuku bilmeden iş yaparsa
sorumlu değildir. Bu durumda uygulamada kural, şu hale evrilmiştir; “Hakim
ve savcılar hariç, Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz”. Meselenin daha
vahim boyutu da şudur, hakim/savcı hukuku bilmediği için yanlış yaptığında
bunun bedelini adliyede adalet arayan vatandaşımız öder. Öyleyse bizim kural şu
hale gelmiş oluyor; “Hakim ve savcılar hariç, Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz. Eğer hakim
ve savcı kanunu bilmediği için hata yaparsa bunun bedelini de vatandaş öder”.
Fiili durum itibarıyla işin özü budur.
6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.46-49 arasında düzenlenmiş devletin
sorumluluğu yoluna gidip, hakime rücu etme kurumu yazımızın dışındadır.
"Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne
aykırı karar veya hüküm verilmiş olması (HMK m.46/1-c)" tazminat davasına
konu edilebilir. Uzun ve zor bir yol olsa da tazminat düzenlenmiştir. Ancak bu
tarzdaki kararlarda, anayasa gereği hukuka uygun işlemesi gereken yargıda,
disiplin yolu işletilmesi kanunda yoktur.
Kadim devlet geleneğimizde bir kural
vardı; “yetki ve sorumlulukta paralellik”. Şimdi bu kural tersine
döndü, başarısızlık ödülleri dağıtılmaya başlandı. Normalde kuralımız nedir, bir konuda yetkili
kim ise, yapılan yanlışın sorumlusu da odur. Peki hukukta bu kuralı nasıl
işletiyoruz şimdi: Davul vatandaşın sırtında, tokmak hakim ve savcıda. Anayasa,
m.138 “Hâkimler, …Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak … hüküm verirler.” hükmünü getirmiştir. Peki bu anayasa
hükmünün sorumluluk tarafına yansıması nasıl olmuştur. 1983 Tarihli, 2802
Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu disiplin hükümlerini düzenlerken, hakimlere
görevlerini kanuna aykırı yaparlarsa sorumluluk yüklemiş değildir. Sadece
Kanunun 63/d maddesinde “Kanun, tüzük,
yönetmelik karar ve talimatlarda açık olarak belirtilen konularda, işi uzatacak şekilde davranışlarda
bulunmak, yazı ve tekitleri zamanında cevaplandırmamak,” ile sınırlı
sorumluluk yüklemiş, yani hakim ve savcıya kanunun açık hükmüne aykırı karar
vermek serbest, ancak süreleri ihlal etmek yasak. Yani süresi içinde olduğu
takdirde, kanunun her türlü açık hükmüne aykırı karar vermek serbest.
Bunun üstüne bir de hakimlik teminatı altında, yargısal faaliyetten dolayı
sorumsuzluk getirilince, buyurun size keyfilik derecesinde hukuka
aykırılıkların serbest olduğu; yani sistemsizliğin sistem olduğu, kuralsızlığın
kural olduğu (töresizliğin töre olduğu), haksızlık yapmanın hak olduğu bir
sistem… Bu nedenle de hakim ve savcılar, kanunun açık hükümlerini
ihlal eden kararlar verdiklerinde bile hiçbir sorumlulukları bulunmadığı için
adalet sistemi çökmüş durumdadır. Pejoratif bir ifade ile, hani, anayasamız gereği, hiç kimse
hakim ve savcıya talimat veremez ya;“fiili işleyişte, âdetâ hâkim ve savcılar
yasamadan bile bağımsız olmuş, yasaların talimatlarına bile uymak zorunda
olmaktan çıkmıştır.”Bunun
üstüne bir de hakim ve savcılar ile ilgili şikayet mercii yine hakim ve
savcılar olunca, hakimi hakime şikayet
etme kültürü akıl tutulmalarına sahne olan uygulamaları karşımıza çıkarttı. Yapılan
şikayetlerde, HSK sadece “suç işleme kastı” ile sınırlı
yorumlamakta ısrar ettiği için görev disiplini ve ciddiyeti ayaklar altına
alınmış oldu. “Sistemsizlik sistemi”
bütün bağlantıları ile bütüncül olarak işletilmektedir. Mesela, bir hakim bir
gün süreyle görevine gelmediği için ifade için bekleyen bir kişi mağdur olmuş,
yurtdışı toplantılarına yetişeceği uçağı kaçırmıştı. Bu hakim görevine
gelmediği için şikayet edilmişti, verilen karar “her ne kadar hakimin görevine
gelmediği tesbit edilmişse de suç işleme kastı bulunmadığı için soruşturma
açılmasına yer olmadığına” anlamında bir sonuca ulaşmıştı. Bu ülkede
görevi ihmal (ve kötüye kullanma) ne zamandan beri suç olmaktan çıkmıştır….! Bu
tarzda binlerce örnek verebiliriz. Özellikle ekonomik suçlar tarafında
savcılıklar görevi ihmal derecesinde hukuka aykırı kararlar vermekte ısrarcı…
Modern çağın yönetimini özetleyen kavram “yönetişim”
olarak ifade edilir. Biz her yerde olduğu gibi adalet hizmetlerinde
ve özellikle de denetiminde “yönetişim” modeli kurmak zorundayız. Bütün paydaşların şikayetçi olduğu, ancak
hiçbir paydaşın yönetişime dahil edilmediği bir sistemden doğru sonuç çıkması
mümkün değildir. Bu nedenle, disiplin soruşturmalarının
incelemesini, paydaşların katılımına açmak lazımdır. Bu bağlamda, hakimi hakime şikayet etme kültürü terk
edilmelidir. Bunun yerine, odalardan, borsalardan, barolardan, valilikten,
bakanlıktan, adliyeden, tüketici örgütlerinden, üniversite öğretim üyelerinden,
oluşacak, şikayet edenin ve edilenin de temsil edileceği geniş katılımlı bir
heyetin disiplin soruşturması açılıp açılmamasına karar verebileceği bir
“yönetişim” modelinin kurgulanması çözümün ilk adımı olacaktır. Anayasa’nın, kanuna uygun karar vermeyi zorunlu tutan hükmünün ihlalinin de somut
yaptırımı getirilmelidir. Yetki ve sorumlulukta paralellik devlet
ciddiyetinin gereğidir. Sorumsuzluğun alabildiğinde sorumsuzca
işletildiği sistem, devletin temeli olan adaleti çökertmiştir.
Yeni dönemde
ilk ve en hızlı revize edilecek hizmetler adalet hizmetleri olacak, herkes
yetkisinde sorumlu olacaktır…