Sorumluluk Olmadan Özgürlük
Özgürlük kavramı bugün kendi özgül ağırlığını da aşan sembolik bir anlam kazanmış durumdadır. Öyle ki, çocuklardan kadınlara, öğrencilerden, gençlerden yaşlı insanlara kadar her kesimin söyleminde “özgürlük” bir vurgu olarak bulunmaktadır.
Özellikle modern söylem, insanlığın geride bıraktığı uzun dönemler
boyunca bu özgür ruhu yaşayamadığı; bunun ancak modernliğin bir getirisi
olduğunu açık ve örtük biçimde ifade etmektedir. Bu söylemler büyülü
içeriklerle süslenmekte, anakronik örneklerle beslenerek sunulmamaktadır.
Doğrusu yüzeyselleşen zihinler de üzerinde çok fazla düşünmeden bunu kabul
edebilmektedirler.
Büyülü reklamların etkisi o kadar güçlü olmuştur ki, insanlara
sürekli hayatlarının yaşanmamışlıklarını göstermekte, içindeki tutkularını faş
etmekte, “kendini gerçekleştirmek” söylemi üzerinden giyim-kuşam, hareket ile
gündelik yaşam ve hareketler değişmektedir. Hatta özgürlük bu tür göstergeler
üzerinden okunmaya çalışılmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımız özgürlük kavramına karşıt tavır içinde
olduğumuz gibi bir yanılgıya sebep olmasın. Özgürlük insanın bizzat kendisi
olması ve kendisini bulmasında gerek şart ve anahtar bir kavramdır. Özgürlük
olmadan bir insanın davranışlarını değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü
özgürlük olmadan bir iradeden, seçimden bahsetmek olası değildir. İrade ve
seçimin olmadığı yerde ise mecburiyetler vardır. Tanrı yanında fiillerin
değerlendirilebilmesi, ancak özgürlük, irade ve seçim şartına bağlıdır.
Burada esasen sorun ettiğimiz şey, özgürlüğün maliyetsiz bir
biçimde kullanılma çabasıdır. Bu bağlamda özgürlüğü önceleyen bir kavram varsa,
o da yükümlülüktür. Dolayısıyla şöyle söyleyebiliriz; yükümlülük olmadan
özgürlük olmaz. Bugün toplumun çok farklı kesimlerine baktığımızda, büyük
oranda özgürlüğü maliyetsiz yani yükümlülük olmadan kullanma taleplerini
gözlemlemekteyiz.
Dikkat edilirse toplumun her kesiminden yükselen ortak ses hak
talepleridir. Herkes her konuda hakları olduğundan bahsetmekte, sürekli
haklarını gündeme getirmekte; yani sürekli alacağını istemekte vermesi
gerekenleri teğet geçmektedir. Elbette “hak” dediğimiz bir ilkeler manzumesi
vardır ve insanların bunu talep etmesi kadar tabii bir şey de yoktur.
Fakat bu hakları insanlar mantık kurallarını tersine çevirerek ve
yükümlülüklerini konuşmadan dile getirmekte ve talep etmektedirler. Meselâ;
öğrenci derse geç gelme hakkından bahsetmektedir. Hatta öğretim ve eğitimin
neredeyse bütün süreçleri öğrenci haklarına dönüşmüştür. Gençler (18 yaş üstü)
ebeveynlerinin kendilerine dünyaya getirdikleri gibi bakmalarının kendilerinin
hakkı olduğunu iddia etmektedir. Birçok insan kendi sübjektivitelerini
başkalarının tahammül etmesi gerektiğinden bahsetmektedirler. Hatta günah
işlemenin “hak” kavramıyla birlikte dile getirilmesi söz konusudur.
İslam’a göre insan olarak dünyaya gelmek demek, her şeyden önce bir
yükümlülük üstlenmek demektir. Dünyada bulunuş, bu yükümlülüğü icra ile içerikle dirilmektedir. Yükümlülüğün yerine getirilişinin mütemmim cüzü ise
özgürlüktür. Aslında yükümlülüğünün anlamını kavramış olan bir insanın,
özgürlüğünü hovardaca kullanması söz konusu olamaz. Çünkü iradeli seçimli
özgürlükle alınmış her bir karar, sonuçlarına katlanmak gibi bir maliyeti de
beraberinde getirmektedir.
Toplumda insanlar maliyetsiz özgürlükleri çok seviyorlar. Yani
istediğimizi yapalım ancak yükümlü olmayalım. Hatta karar alma süreçlerinden
kaçarak, başkalarının kendileri adına kararlar almalarını sorumluluğa bulaşmama
anlamında benimsiyor görünüyorlar. Bu sebeple tek başına özgürlük ve hak
kavramını kullanıyorlar.
İçinde yaşadığımız post/modern dünyada bireyselleşmenin
marjinalleşmesiyle yükselen öznellik, maliyetsiz özgürlüklere vurgu yapıyor.
Ancak bu bir yanılsamadan ibarettir. Çünkü insan için yarattığı bağımlılıklar, en
başta insanın ruhunu tutsak etmektedir. Bugün ruhumuz bunun için acı çekiyor.