Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2509.72
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

29 Temmuz 2021

Sorumluluk!..

Abdullah b. Ümmi Mektum; Resûlullah (s.a.v.) ‘in ikinci müezzini...

Kureyş kabilesinden olup Hz. Hatice annemizin dayısının oğlu. Engelli bir sahabedir. Rabbimiz gözleriyle imtihan etmiştir onu. Allah (c.c.) zihin engelli, gönül engelli olmaktan muhafaza etsin bizleri...

Fizyolojik engeller; gözümüzün, elimizin, ayağımızın, kulağımızın ya da vücudumuzun başka bir tarafının engelli olması değil asıl problem. Asıl problem gönüllerin iman engelli olması, asıl problem gönüllere şirk bulaşması, asıl problem kalplere küfür bulaşması, asıl engel nifak engelidir.

Ayet-i kerimede Rabbimiz (c.c.): “...Şu bir gerçek ki gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kalpler körleşir.”(Hac, 46) buyurmaktadır. Gözler kör olmaz, asıl kör olanlar kalplerdir buyuruyor. Allah (c.c.) kalp körlüğünden hepimizi muhafaza buyursun!

Peygamber Efendimiz (a.s.) her bulduğu fırsatta iman davasını; Kur'an'ı, inen ayetleri insanlara anlatıp onları karanlıklardan aydınlığa ulaştırmaya çalışıyordu. Küfür karanlıklarından, şirk karanlıklarından kurtarıp; tevhid aydınlığına ulaşmalarını temin etmeye çalışıyordu. Onlar anlamak istemeseler de direnseler de; kulaklarını, gönüllerini, gözlerini hak ve hakikate kapatsalar da Efendimiz (a.s.) bir insana daha “La İlahe İllallah”ı anlatabilirsem diye çaba içerisindeydi. Allah'ın varlığını, birliğini, kudretini; Muhammed Mustafa (a.s.)'ın O’nun kulu ve Resulü olduğunu, putlara tapmamaları gerektiğini anlatıyor, şirkten, küfürden kurtulmaları için kendisini paralıyordu adeta... Kur'an-ı Kerim’de Rabbimiz “İman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” diye hitap ediyor Efendimiz (a.s.)’a…

Bir gün Efendimiz (a.s.) Mekke’nin ileri gelenlerinden bir grupla konuşurken onun ne yaptığını, neyle meşgul olduğunu bilmeyen ama sesini duyan Abdullah b. Ümmi Mektum geldi. Efendimiz (a.s.)’ın sesi geliyor ama karşısında kimin olduğunu Hz. Peygamber’in ne yapmaya çalıştığını tabii olarak görmediği için yeteri kadar kavrayamamıştı. Efendimiz (a.s.)’a bir şeyler sordu. Hz. Peygamber (a.s.) sohbet ettiği gruptaki insanların iman etmesini çok arzu ettiğinden dolayı sözünün yarıda kesilmesinden, bir şeyler anlatmaya çalışırken o anlatımının bölünmesinden hoşlanmadı belli ki. Birazcık yüzü asılmış olabilir. Birazcık sırtını dönmüş olabilir. Allah (c.c.), Efendimiz (a.s.)'ın âmânın gelip sözünü kesmesinden hoşlanmamasından hoşlanmadı, hemen uyardı Peygamber Efendimiz (a.s.)’i.

“Yüzünü ekşitip başını çevirdi. Görme engelli o kişi geldi diye. Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki! Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!” (Abese,1-10) diye Efendimiz (a.s.)'ı uyaran ayetler geldi.

Allah katında; aidiyetlerimiz, makamlarımız, boyumuz-posumuz, endamımız, bindiğimiz arabalarımız, oturduğumuz evlerimiz, işgal ettiğimiz makamlarımız, mal-mülk ve zenginliğimizle değer kazanmıyoruz. Efendimiz (a.s.)'ın onca dikkatine, rahmet Peygamberi oluşuna rağmen bir yüzünü ekşitmesi bile Cenab-ı Hakk’ın hoşlanmadığı bir durum olmuştur. Hafif sırtını dönmesi bile Allah'ın ikazına muhatap kılmıştır.

Allah Teâlâ; “Rab’lerinin hoşnutluğunu arzu ederek, sabah akşam O’na yalvaran yoksul, ezilmiş, gariban, fakat gönülleri imanla dopdolu o fedakâr insanlarla birlikte candan sabret, onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol ve sakın dünya hayatının göz kamaştırıcı câzibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma! Bencil, arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur’an’da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere sakın itaat etme! Yoksul ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini söyleyen bu kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile geçirme!” (Kehf,28) buyurmak suretiyle zenginlerin, kendini beğenmişlerin gönlünü kazanmak için sakın o garibanları yanında uzaklaştırma diye uyarılar yapıyor.

Hz. Peygamber (a.s.) “Rabbim beni terbiye etti. Terbiyemi güzel yaptı, beni ne güzel terbiye etti” ifadelerinde buyurduğu gibi bütün bu yetiştirmenin vahiyle terbiye edilmesinin neticesinde garibe, yoksul ve fakire, sakata, hastaya... öyle bir itina gösterir, öyle bir rahmetle muamele ederdi ki... Efendimiz (a.s.) yolda giderken yolun kenarında o günkü şartlarda köleler (temizlik işçileri)kaldırımda (yolun kenarında) böyle bir şeyler koymuşlar ortalarına yemek yiyorlar. Kibirli bir insan, kendisini üstün gören-makam mevki sahibi- bir insan, sokağın ortasında, yolun kenarında kölelerin, hizmetçilerin sofrasına asla oturmaz. Efendimiz (a.s.) oradan geçerken o hizmet eden köleler “Ya Rasulallah! Bizimle soframızı paylaşır mısın?” diye Efendimiz (a.s.)’ı davet ediyorlar. Hz. Peygamber (a.s.)’de büyüklenmenin, kibrin zerresi yoktur, emaresi yoktur. “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan cennete giremez!” buyurur Hz Peygamber (a.s.). Onun için hemen onları onure etmek için -ihtiyacı olduğundan değil- davetlerine icabet etmek için, gönülleri kalmasın, Peygamberimiz (a.s.) bize tenezzül etmedi, bizim yanımıza oturmadı demesinler diye oturdu yanlarına. Çünkü insana saygı duyuyordu. Yanlarına oturup onlarla sofralarını paylaşırken Arap aristokratlarından birisi geçti. Kendisini toplumda farklı gören kafaya sahip olan adamlardan bir tanesiydi. Efendimiz (a.s.)’ı orada -kölelerin yanında- oturmuş, sofralarını paylaşırken görünce “Şuna bak! Oturmuş kölelerle birlikte köle gibi yemek yiyor” dedi. Efendimiz (a.s.)’a böyle sataştı. Hz. Peygamber (a.s.) mübarek yüzünü sesin geldiği tarafa doğru çevirdi ve şöyle buyurdu:“Benden iyi köle mi olur! Ben âlemlerin Rabbi Allah'ın kölesiyim. Ben âlemlerin Rabbi Allah'ın kölesiyim.”

Abdullah b. Ümmü Mektum’un geldiği zaman farkında olmaksızın yüzünü hafif ekşiten Efendimiz (a.s.)’ın yaşamış olduğu hadise neticesinde inen ayetlerden çıkarmamız gereken çok ders var bu anlamda.

Efendimiz (a.s.) Medine'den ayrıldığında Medine'de yerine vekil olarak Abdullah b. Ümmü Mektum’u bıraktı. Hz. Bilal'in ezan okunmadığı zamanlarda ezanı kendisine okuma görevi verdiği sahabilerden bir tanesiydi. Cihat emri gelince, Allah için sefere çıkma emri gelince Abdullah en önde olanlardan bir tanesiydi. “Ya Rasulallah! Gücüm yetseydi seninle beraber cihad meydanlarında koşardım” diyen,öyle sorumluluk duyan bir zattı.

Kadisiye Şavaşında, Hz. Ömer döneminde “Ben de katılmak istiyorum. Sancağı bana verin. Ben zaten düşmanın nereden geldiğini görmem, kaçma imkânım da kaçma şansım da yoktur” dedi. Sancağı aldı eline Kadisiye Savaşı sırasında şahadet şerbetini içti. Gözünün görmemesi Abdullah'a engel olmamıştı.

Kulağın duymaması bazen insana engel olmaz. Bazen ayakların yürüme kabiliyetini kaybetmesi insana engel olmaz. Dilinin konuşma kabiliyetini kaybetmesi insana engel olmaz. Asıl engel gönüllerdedir.

Bulunduğumuz her yerde Allah'ın rızasını kazanmanın gayretiyle bir mesuliyet duygusu taşımalıyız. Dünyaya sadece Rabbimizin rızasını kazanmak üzere gönderildik. Yaşamış olduğumuz hayat, bize O’nun rızasını kazandıracak bir hayatsa anlamlı bir hayattır. Yaşamış olduğumuz hayat bizi cennete götürmeyecekse, Allah'ın rahmetine, mağfiretine nail kılmayacaksa; yaşamış olduğumuz hayat bizi peygamberlerle, şehitlerle, salihlerle beraber kılmayacaksa bu hayatın anlamı yoktur.

Abdullah bin Ümmü Mektum’un hayatından almamız gereken dersler arasında; engelleri dolayısıyla -fiziki ya da başka engelleri- toplumda zorluk yaşayan kardeşlerimizin işini kolaylaştırmak, onlara Kur'an'ın vermiş olduğu değeri vermek hem de engelli bile olsa, Abdullah Bin Ümmü Mektum’un mesuliyet duygusundan istifade ederek, hayatımıza bir sorumluluk duygusu taşıyıp cennete ve Cemalullaha gidecek bir hayatı yaşamaya çalışmak da olmalıdır…