Sorumluluk!..
Abdullah b.
Ümmi Mektum; Resûlullah (s.a.v.) ‘in ikinci müezzini...
Kureyş
kabilesinden olup Hz. Hatice annemizin dayısının oğlu. Engelli bir sahabedir.
Rabbimiz gözleriyle imtihan etmiştir onu. Allah (c.c.) zihin engelli, gönül
engelli olmaktan muhafaza etsin bizleri...
Fizyolojik
engeller; gözümüzün, elimizin, ayağımızın, kulağımızın ya da vücudumuzun başka
bir tarafının engelli olması değil asıl problem. Asıl problem gönüllerin iman
engelli olması, asıl problem gönüllere şirk bulaşması, asıl problem kalplere
küfür bulaşması, asıl engel nifak engelidir.
Ayet-i
kerimede Rabbimiz (c.c.): “...Şu bir gerçek ki gözler körleşmez, fakat
göğüslerdeki kalpler körleşir.”(Hac, 46) buyurmaktadır. Gözler kör
olmaz, asıl kör olanlar kalplerdir buyuruyor. Allah (c.c.) kalp körlüğünden
hepimizi muhafaza buyursun!
Peygamber
Efendimiz (a.s.) her bulduğu fırsatta iman davasını; Kur'an'ı, inen ayetleri
insanlara anlatıp onları karanlıklardan aydınlığa ulaştırmaya çalışıyordu.
Küfür karanlıklarından, şirk karanlıklarından kurtarıp; tevhid aydınlığına
ulaşmalarını temin etmeye çalışıyordu. Onlar anlamak istemeseler de direnseler
de; kulaklarını, gönüllerini, gözlerini hak ve hakikate kapatsalar da Efendimiz
(a.s.) bir insana daha “La İlahe
İllallah”ı anlatabilirsem diye çaba içerisindeydi. Allah'ın varlığını,
birliğini, kudretini; Muhammed Mustafa (a.s.)'ın O’nun kulu ve Resulü olduğunu,
putlara tapmamaları gerektiğini anlatıyor, şirkten, küfürden kurtulmaları için
kendisini paralıyordu adeta... Kur'an-ı Kerim’de Rabbimiz “İman etmiyorlar diye neredeyse
kendini helâk edeceksin!” diye hitap ediyor Efendimiz (a.s.)’a…
Bir gün
Efendimiz (a.s.) Mekke’nin ileri gelenlerinden bir grupla konuşurken onun ne
yaptığını, neyle meşgul olduğunu bilmeyen ama sesini duyan Abdullah b. Ümmi
Mektum geldi. Efendimiz (a.s.)’ın sesi geliyor ama karşısında kimin olduğunu
Hz. Peygamber’in ne yapmaya çalıştığını tabii olarak görmediği için yeteri
kadar kavrayamamıştı. Efendimiz (a.s.)’a bir şeyler sordu. Hz. Peygamber (a.s.)
sohbet ettiği gruptaki insanların iman etmesini çok arzu ettiğinden dolayı
sözünün yarıda kesilmesinden, bir şeyler anlatmaya çalışırken o anlatımının
bölünmesinden hoşlanmadı belli ki. Birazcık yüzü asılmış olabilir. Birazcık
sırtını dönmüş olabilir. Allah (c.c.), Efendimiz (a.s.)'ın âmânın gelip sözünü
kesmesinden hoşlanmamasından hoşlanmadı, hemen uyardı Peygamber Efendimiz (a.s.)’i.
“Yüzünü
ekşitip başını çevirdi. Görme engelli o kişi geldi diye. Ama (ey Peygamber!)
Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. Yahut o bir öğüt alacak,
bu öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız
görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki!
Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!” (Abese,1-10) diye
Efendimiz (a.s.)'ı uyaran ayetler geldi.
Allah
katında; aidiyetlerimiz, makamlarımız, boyumuz-posumuz, endamımız, bindiğimiz
arabalarımız, oturduğumuz evlerimiz, işgal ettiğimiz makamlarımız, mal-mülk ve
zenginliğimizle değer kazanmıyoruz. Efendimiz (a.s.)'ın onca dikkatine, rahmet
Peygamberi oluşuna rağmen bir yüzünü ekşitmesi bile Cenab-ı Hakk’ın
hoşlanmadığı bir durum olmuştur. Hafif sırtını dönmesi bile Allah'ın ikazına
muhatap kılmıştır.
Allah Teâlâ; “Rab’lerinin
hoşnutluğunu arzu ederek, sabah akşam O’na yalvaran yoksul, ezilmiş, gariban,
fakat gönülleri imanla dopdolu o fedakâr insanlarla birlikte candan sabret,
onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol ve sakın dünya hayatının göz
kamaştırıcı câzibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun
ayırma! Bencil, arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur’an’da dile
getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve
işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere sakın itaat etme! Yoksul
ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini
söyleyen bu kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile
geçirme!” (Kehf,28) buyurmak suretiyle zenginlerin, kendini
beğenmişlerin gönlünü kazanmak için sakın o garibanları yanında uzaklaştırma
diye uyarılar yapıyor.
Hz. Peygamber
(a.s.) “Rabbim beni terbiye etti. Terbiyemi güzel yaptı, beni ne güzel terbiye
etti” ifadelerinde buyurduğu gibi bütün bu yetiştirmenin vahiyle
terbiye edilmesinin neticesinde garibe, yoksul ve fakire, sakata, hastaya...
öyle bir itina gösterir, öyle bir rahmetle muamele ederdi ki... Efendimiz
(a.s.) yolda giderken yolun kenarında o günkü şartlarda köleler (temizlik
işçileri)kaldırımda (yolun kenarında) böyle bir şeyler koymuşlar ortalarına
yemek yiyorlar. Kibirli bir insan, kendisini üstün gören-makam mevki sahibi-
bir insan, sokağın ortasında, yolun kenarında kölelerin, hizmetçilerin
sofrasına asla oturmaz. Efendimiz (a.s.) oradan geçerken o hizmet eden köleler
“Ya Rasulallah! Bizimle soframızı paylaşır mısın?” diye Efendimiz (a.s.)’ı
davet ediyorlar. Hz. Peygamber (a.s.)’de büyüklenmenin, kibrin zerresi yoktur,
emaresi yoktur. “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan cennete giremez!”
buyurur Hz Peygamber (a.s.). Onun için hemen onları onure etmek için -ihtiyacı
olduğundan değil- davetlerine icabet etmek için, gönülleri kalmasın,
Peygamberimiz (a.s.) bize tenezzül etmedi, bizim yanımıza oturmadı demesinler
diye oturdu yanlarına. Çünkü insana saygı duyuyordu. Yanlarına oturup onlarla
sofralarını paylaşırken Arap aristokratlarından birisi geçti. Kendisini
toplumda farklı gören kafaya sahip olan adamlardan bir tanesiydi. Efendimiz
(a.s.)’ı orada -kölelerin yanında- oturmuş, sofralarını paylaşırken görünce
“Şuna bak! Oturmuş kölelerle birlikte köle gibi yemek yiyor” dedi. Efendimiz
(a.s.)’a böyle sataştı. Hz. Peygamber (a.s.) mübarek yüzünü sesin geldiği
tarafa doğru çevirdi ve şöyle buyurdu:“Benden iyi köle mi olur! Ben âlemlerin
Rabbi Allah'ın kölesiyim. Ben âlemlerin Rabbi Allah'ın kölesiyim.”
Abdullah b.
Ümmü Mektum’un geldiği zaman farkında olmaksızın yüzünü hafif ekşiten Efendimiz
(a.s.)’ın yaşamış olduğu hadise neticesinde inen ayetlerden çıkarmamız gereken
çok ders var bu anlamda.
Efendimiz
(a.s.) Medine'den ayrıldığında Medine'de yerine vekil olarak Abdullah b. Ümmü
Mektum’u bıraktı. Hz. Bilal'in ezan okunmadığı zamanlarda ezanı kendisine okuma
görevi verdiği sahabilerden bir tanesiydi. Cihat emri gelince, Allah için
sefere çıkma emri gelince Abdullah en önde olanlardan bir tanesiydi. “Ya
Rasulallah! Gücüm yetseydi seninle beraber cihad meydanlarında koşardım”
diyen,öyle sorumluluk duyan bir zattı.
Kadisiye
Şavaşında, Hz. Ömer döneminde “Ben de katılmak istiyorum. Sancağı bana verin.
Ben zaten düşmanın nereden geldiğini görmem, kaçma imkânım da kaçma şansım da
yoktur” dedi. Sancağı aldı eline Kadisiye Savaşı sırasında şahadet şerbetini
içti. Gözünün görmemesi Abdullah'a engel olmamıştı.
Kulağın
duymaması bazen insana engel olmaz. Bazen ayakların yürüme kabiliyetini
kaybetmesi insana engel olmaz. Dilinin konuşma kabiliyetini kaybetmesi insana
engel olmaz. Asıl engel gönüllerdedir.
Bulunduğumuz
her yerde Allah'ın rızasını kazanmanın gayretiyle bir mesuliyet duygusu
taşımalıyız. Dünyaya sadece Rabbimizin rızasını kazanmak üzere gönderildik.
Yaşamış olduğumuz hayat, bize O’nun rızasını kazandıracak bir hayatsa anlamlı
bir hayattır. Yaşamış olduğumuz hayat bizi cennete götürmeyecekse, Allah'ın
rahmetine, mağfiretine nail kılmayacaksa; yaşamış olduğumuz hayat bizi
peygamberlerle, şehitlerle, salihlerle beraber kılmayacaksa bu hayatın anlamı
yoktur.
Abdullah bin Ümmü Mektum’un hayatından almamız gereken dersler arasında; engelleri dolayısıyla -fiziki ya da başka engelleri- toplumda zorluk yaşayan kardeşlerimizin işini kolaylaştırmak, onlara Kur'an'ın vermiş olduğu değeri vermek hem de engelli bile olsa, Abdullah Bin Ümmü Mektum’un mesuliyet duygusundan istifade ederek, hayatımıza bir sorumluluk duygusu taşıyıp cennete ve Cemalullaha gidecek bir hayatı yaşamaya çalışmak da olmalıdır…