Sorumluluğun Ömer'cesi…
1400 yıldır Hz. Ömer’in adaleti konuşulur,
Müslümanlar övünerek onun adaletinden bahsederler.
Doğrusu haksız da sayılmazlar. Neticede adaleti dillere destan bir Ömer’den
bahsediliyorsa söyleneler, yazılanlar az bile.
Bilhassa son yüzyılda İslam ülkelerinin
karşılaştığı kötülükler ülkeyi yönetenlerin vatandaşlarına karşı
adaletsizliklerinden kaynaklandığını bilmeyenimiz yoktur. Modern dönem sonrası
Batı ülkelerinde usul, kaide, kural ve yasaların (görece) adalete dayalı olması
esas aldıkları bir dönemde, İslam ülkelerinde başıbozukluk, adaletsizlik başını
almış giderken Hz. Ömer gibi yüz akı bir şahsiyetten ve onun adalet
anlayışından bahsetmek hem gurur hem acı bir nostalji olsa gerek.
“Adalet”in kendi başına bir değer olduğundan
şüphe yoktur lakin tek başına adaletin gönüllere nüfuz edemeyeceğini bilmemiz
lazım. Adaletin yüreklerde, toplumda, yasalarda devamlılık arz edebilmesi için
başka unsurların, diğer “lazıme”lerin gerekli olduğunu unutmamalıyız.
Mesela,
Adalete dayalı yasaların yapılması toplumda
adaletin uygulanmasını yeterli kılmayacağından adalete eşlik eden eşitlik de
lazım, hukukun her alanda esas alınması da lazım, ayrıca bilgi lazım, bilinç
lazım…
Ama bana sorarsanız merhamet adaletten daha
üstün ve daha öncelikli bir değerdir. Adaletsizlik yapmamak kaydıyla merhametin
adalete önceliğini savunabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de örneğin kısas uygulamasında
Allah Tebarek ve Teala merhameti (Avfı) değerli bulmuştur. Örnekleri
çoğaltabiliriz ama mevzumuz bugün bu değil.
İşte Ömeru’l Faruk (ra) adaleti merhametle
yoğurmuş olduğu için onun adaleti dillere destan olmuştu. Yoksa normatif bir
adaletten söz edilmez, edilse de asırlarca sürmez etkisi.
Anlayacağınız merhameti adalet ile yoğuran
Hz. Ömer (ra) bununla yetinmemiş, adalet ve merhameti İslam’a olan düşkünlükle,
yani İslam ve Müslümanların izzeti üzerine titremesi, İslam’a, Müslümana bir
leke gelmesin hassasiyeti ile de yoğurarak büyütmüştür.
40 yıl önceydi, rahmetli amcamız, Seyda’mız
Molla Ahmet Yılmaz’dan duymuştum:
Dağlara buğdaylar serpin. ‘Müslüman diyarında
kuşlar aç kalıyor’ demesinler…
Rahmetli Seydamızdan Ömeru’l Faruk’un bu
muhteşem sözünü ilk duyduğumda çarpılmıştım!
Bu ne hassasiyet!
Bu nasıl merhamet!
Bu nece adalettir!
Bunu söylemek için adaleti merhametle,
ikisini beraber hassasiyet ve sorumluluk bilinciyle yoğurmak gerek.
Müslümanların Halifesi de böyle yapmış ki tarihe bu muhteşem notu düşmüş:
“Dağlara buğdaylar serpin. ‘Müslüman
diyarında kuşlar aç kalıyor’ demesinler…”
Ey Müslümanlar!
İsraftan zevk alan,
Hassasiyetlerini darağacına çeken,
Sorumluluklarını fazlalık gören,
Adaleti yerlerde süründüren,
Merhameti “maraz” ile birlikte anan
Müslümanlar!
Sizin aklınızdan geçti mi aç kuşlar?
Birkaç temiz kalpli köylü, kasabalı ve
gösteriş düşkünü birkaç belediye dışında kuşların aç kalmaları aklınıza geldi
mi?
Geldiyse neden bu israf?
Geldiyse neden dul yengen ve yetimleri
perişan?
Geldiyse neden babana bayramdan bayrama
uğruyorsun?
Hikâye dinlemeye vaktim yok!
Adaletiniz de merhametinizle birlikte sizi
terk etti çünkü bu iki yüksek değeri dünyalıklarınıza değiştiniz.
“Dağlara buğdaylar serpin. ‘Müslüman
diyarında kuşlar aç kalıyor’ demesinler…” diyen, diyebilen önce kendisine karşı merhametli olmalı değil mi?
Kendisini Allah’ın (cc) lütuf ve inayetinden
mahrum edecek efal ile paralayanların kuşları açlığını ya da İslam’ın izzetini
koruma gibi bir derdi olur mu?
Biz adalete sırtımızı döndüğümüz gün, çok
evvelinde merhameti terk ettiğimizi fark ettik. Oysa biri olmadan diğeri
olmazdı, olamazdı. Kanun zoruyla bir müddet sürse de adalet merhametten
ayrılamazdı.
Ömeru’l Faruk, taşıdığı sorumluluk bilinci
gereği sorumluluk alanını sadece yönettiği insanlardan ibaret görmemiş, bir
yandan ‘Aziz İslam’ın onuruna halel gelmesin’ diye çırpınırken öbür
yandan “Dicle’nin kenarında otlayan kuzuyu da” sorumluluklarınaeklemiş.
Bu yüzden, “Dağlara buğdaylar serpin. ‘Müslüman diyarında kuşlar aç kalıyor’
demesinler…” diyebilmiştir. Yoksa sorumluluğunu kuşa, kuzuya kadar
genişletmek mecburiyetinde görmezdi kendisini.
Ama unutulmaması gerek en önemli husus, Hz.
Ömer bu hassasiyeti talebesi olduğu Alemlere Rahmet olarak gönderilen son Elçi Hz.
Muhammed Mustafa’dan (sav) almıştı. Kutlu Resul (as) onun önderi ve en güzel
örneğiydi.
Hassasiyet, merhamet ve adalet abidesi bir şahsiyet olan Hz. Ömer’in şehadet yıldönümünde onu bugün bir kez daha derin muhabbet, hürmet, minnet ve rahmetle yad ediyoruz.