Sonbahar türküsü…
Eylül harika bir aydır... Ekim – Kasım yağmurlarından önce Eylül’de sağanak sağanak tefekkürün tohumları yağar... Eylül’de yerlere yaprak ruhlara hüzün yağar… Eylül türkü mevsimidir; ağaçlar henüz yok olmamış yaprakları ile hazin hışırtılarla mırıldanır, manalı zikirler söyler… Her ağaçta bir hazırlık ve ince sızılı tahliyeler başlar… Geldiği gibi gitmez sarı yapraklar; şiir doludur gidişleri, sanat doludur gidişleri… Yapraklarda; sarının, kahverenginin ve kırmızının mecburiyet tonları kuruyarak kalır; ayaklar altından yüreğimize oturur…
Eylül’de hasretler daha bir
derinleşir… İnsan öyle özler ki eşini,
sevdiklerini, toprağın bağrına teslim ettiklerini; nasıl anlatacağını bilemez,
kelimeler pıtraklı tel olur yüreğinde... Dil mayınlı tarlada dolaşır, hangi
kelime infilak eder bilinmez. İnsanın bildiği tek bir şey vardır o da
özlemektir… Hasret olgunlaşır, daldan düşen bir meyve gibi yere düşer, toprağın
bağrında hayat bularak, yeniden yüreğe geri döner... Ve hasret hatıraları daima
diri tutar. Sonra en Sevgilinin sonsuz merhameti, şefkati imdat eder; bu hasret
ve sevgi gül gibi ebedi âlemlerin kokusu olur… Evet, hasret, ebedi âlemlerin bir kokusudur…
Eylül yaz gibi kudurtmaz, kış gibi isyan ettirmez… Eylül şükre sevk eder, umuda sevk eder. Eylül gidenlerin geleceğine iman inşa eder… Ve şuur sahipleri dünya yaprağının düşeceğine, cennet yaprağına dönüşeceğine sarsılmaz iman sahibidirler... Ve yine şuur ehli, rüzgâra teslim olan kuru yapraklara, yürek yoğuran hüzünle bakar; içinde yeni bir baharın müjdesini saklı tutarak… Eylül büyük yolculuğu ve buralara bağlanmamak gereğini hatırlatır… Eylül, yapraklar gibi şerefle gitmeyi öğretir; dökülmeyi yapraklara bırakıp, sadakati, sevgiyi, merhameti, samimiyeti dökmeden adam gibi gitmeyi öğretir…
Eylül
tedbir ve hatırlatma ayıdır; sıcağı, soğuğu; gurbeti, hasreti; varlığı,
yokluğu… Eylül hüzün hamuruyla öyle bir ruh hali ortaya koyar ki; Allah’ın
şefkat ve merhametinden başka sığınılacak limanların daima harap olacağını
anlatır…
Eylül hazandır, baharların programlanmış çekirdeğidir. Sonsuz kudret Sahibinin yeniden icadı olmaz ise;
muhabbetlerin, ayrılık acılarının boşa olduğunu, zulüm olduğunu yerlere düşen
yapraklarla bize bu hakikati yazarak gösterir…
Evet, yere düşen her yaprak, sonsuz ilim ve kudret
sahibinin, birliğini, sanatını yerlere yazan hakikat kelimeleridirler... Dalda okumadığımızı bari yerde okuyabilsek… Hiçten, yokluktan vücut âlemlerine
gelenlerin gidişi, ebedi var oluşları kavramaya açılan birer pencereler olurlar...
Ne varlıktan anlayan, nede yokluktan anlayan, kibrinin etrafında pervane olmuş,
yüreğinde dikiş tutmayan hüzünleri hiç tanımamış, gürültülü yaşayanlar var...
Onların ruhsuz hayatlarına inat; ehli iman, hüzünlerle şekil alır, arkasında ki
biricik hakikatle hayat bulur ve şükürde sonbaharı yaşamamak için, Eylül
yaprakları gibi dökülmemek için sancılar çeker ve her secdesi ilkbahar olur…
Secdesi ilkbahar olanlar, yüreği hüznün titrek
ellerinde olanlar insanlığın mor gülleridirler... Meydan gibi olan yüreklerinde, mazlumlar, kimsesizler
harmanlanır, insanı insan edecek dem tutar… Ve onların yürek kapıları sonuna
kadar açık olur, anlayışı ve merhameti sonbahar yaprakları gibi dökmezler…
Eylül maşallah demeyi fazlasıyla hak eden bir aydır. Nebatatın, tüm varlıkların var edilişleri sanat
olduğu gibi; ağaçların yaprak dökmesi, toprağın kırışması, denizden yüksek olan
yerlerin yorgana sarılması baharda yaratılanlar gibi mucizedir ve düşündüren
sanattır... Sadece baharda bile uyanmamış olanların kulağından birazcık tutar
ve uyan der!...
Dünya “Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise
alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin
arkalarından beyhude koşma, yorulma.” Risale-i Nur'dan: On Yedinci Söz…