Son Uyarı
Hülagü 1258’de Bağdat’a girerek, katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Sonrada o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Kimse, öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmese de, zamanın genç âlimlerinden KADIHAN daveti kabul eder. Ama ufak tefek bir genç olan Kadıhan, Hülagü ile görüşmeye giderken yanında bir deve, bir keçi ve bir de horoz götürür. Sonunda hayvanları çadırın dışında bırakarak, Halagü’nün huzuruna çıkar. Hülagü, genci tepeden tırnağa süzer ve kibirli bir edayla “bana göndermek için bula bula seni mi buldular” diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir tonla; “görüşmek için iri yarı birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim” deyiverir. Hülagü bu cevap karşısında Kadıhan’ın sıradan birisi olmadığını anlar ve “söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” şeklindeki can alıcı sorusunu sorar. Kadıhan’ın; “seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hakk da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” cevabı manidardır. Bu cevap karşısında şaşıran Hülagu durmaz ve “peki, beni buradan kim gönderebilir?” şeklinde 2. sorusunu hemen yapıştırır. “Kadıhan’ın ağzından dökülen sözler, tarihe not olarak kazınmaya yetecektir. “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek, işte o zaman sen buralarda duramazsın…”
Yaşadığımız hayat sarmalı içerisinde, ilahi kıstaslar
daima ışık olmuştur İNANLARA. Zira bu ilahi kıstaslar İNSAN OLMANIN ve İNSAN
KALMANIN yegâne yolunu gösterir bizlere. Tabi aynı zamanda da Allah’ın rızasını
kazanmak gibi mukaddes bir kapı da aralar beraberinde. Bu minvalde
bahsettiğimiz ilahi kıstaslar nelerdir derseniz? Bunları sizlerin de bildiği
üzere “ilim, ahlak, edep, kanaat, vefa, sadakat, çalışkanlık, doğruluk,
eminlik, yardım severlik ve helal/haram kavramı şeklinde kısaca
özetleyebiliriz. Öyle ki bu hasletleri yitirdiğimizde, yani ÜÇ KURUŞLUK MENFAAT
uğruna asıl gayemizi unutup nefsimize daldığımızda, Hülagü gibilerle yüzleşmek işten
bile sayılmayacaktır.
Hal böyle olunca yaklaşan yerel seçimleri de, aynı
pencereden değerlendirmek hiçte ütopik olmaz elbette. Çünkü bunu sadece bir “yerel
seçim” biçiminde ele almak eksik kalacaktır.
Keza bir tarafta beş sene İstanbul’a fetret devrini yaşatan, balya balya
para kulelerine doğru dürüst izah getiremeyen ve yapmadığı vaatlerini “UNUTAN”
bir zihniyetin durduğu açık. Diğer tarafta ise öğrencisinden gencine,
kadınından yaşlısına projeler üreten ve hepsinden öte YAKLAŞAN DEPREM dolayısıyla,
bir “BEKA MÜCADELESİ” hüviyetindeki kentsel dönüşümü önceleyen pırıl pırıl bir
isim (MURAT KURUM) söz konusu. Ama gelin görün ki şehrimiz için ak ile kara
önümüzdeyken kiminin çıkar hesabı, kiminin hırsı, kimisinin de nefsi kızgınlığı
nedeniyle, farklı tavırlar sergilediğini üzülerek izliyoruz maalesef. Hatta bazılarımız algılara o kadar kapılmış
ki İYİ ve DEM’in adaylarının, SAHADA NİÇİN ÇALIŞMADIKLARINI bile sorgulamaktan
acizler. Bu manada muhalefeti anlayabiliriz bir yere kadar. Fakat İktidara
yakın bazı siyasilerin, İSTANBUL’a HAYIRLI OLANA SIRF KAYBETTİRMEK ADINA,
toplumu doldurmasına da anlam veremiyoruz şüphesiz. OLMAYACAK İNŞALLAH ama
velev ki başardılar diyelim. Beş sene daha İstanbul’un çile çekmesinden, memnun
mu olacaklar çok merak ediyorum. Yahut Allah göstermesin büyük bir depremde, DÖNÜŞMEYEN
EVLERİN enkazlarındaki canları görünce ne yapacaklar acaba? Utanç mı, üzüntü
mü, pişmanlık mı? Fakat KEŞKE’lerin artık kar etmeyeceği muhakkak. O sebeple
herkesin elini vicdanına koyması elzem konumda. Sorumluluk ise hepimizin. Yoksa
Kadıhan’ın verdiği cevaplar ortada. Bunlar nasıl göz ardı edilebilir ki?