Son Osmanlı
İstanbul’da yeni hizmete giren Büyük Çamlıca Camii’nde merhum Kadir Mısıroğlu için kılınan cenaze namazına katıldım. Ramazan-ı Şerif’in ilk günü muhteşem camide kılınan ilk cenaze namazıydı ve olağanüstü bir kalabalık vardı. İzdiham demek çok az olur. Camide, avluda yürümek, ilerlemek neredeyse mümkün değildi. Böyle kalabalıkları, rahmetli Necip Fazıl, Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in cenazelerinde görmüştüm. Milyonlarca mümin cenaze namazlarını kıldırmıştı. Çamlıca’da mahşeri bir kalabalık, tarihçimizi ebedî âleme, dualarla, tekbirlerle ve gözyaşlarıyla uğurladı. Bakalım aleyhinde bulunanların cenazelerinde kaç kişi olacak?
Delikanlılık yıllarımı yaşadığım 1970’li yılların ortalarında düzenli takip ettiğim neşriyat arasında Kadir Mısıroğlu’nun yayımladığı Sebil de vardı. Sebil’den “Osmanlı ve tarih şuuru” ile “ecdat muhabbeti”ni kavramaya çalışmıştım. Meraklılar için ışıktı, ufuktu, yoldu, istikametti, ocaktı, mektepti. İyi ki, o talebe harçlığımla Sebil’i takip etmiştim. Bilmediklerimizi öğretiyordu.
1980’li yılların ortalarıydı. Dursun Gürlek Hoca ile meftunu olduğumuz Bâbıâli’de dolaşırken, “Kadir Abi’yi ziyaret edelim.” dedik. Sebil Yayınları, Cağaloğlu’ndaki Valilik binasının tam karşısındaki köşede Vilayet Han’daydı. İçeri girip selam verdik. Başka misafirler de vardı. Sohbet esnasında dışarıdan sesler geldi. Kadir Bey ayağa kalktı ve pencereden Vilayet’e baktı. Sonra bizi de pencere kenarına çağırdı, kalabalığı gösterdi. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Valilik binasından içeri giriyor, onu dönemin İstanbul Valisi karşılıyordu. Yanında resmi zevat, büyük hareketlilik var. Kadir Bey bu manzarayı görünce tebessüm etti ve “Turgut Bey kadim dostumuzdur. Şimdi Reis-i Cumhurumuz. Bugünlere geldik, şükretmek lâzım.” dedi. Odada bulunanlar, bu sözleri tasdik etti. Evet Türkiye, artık sivil bir cumhurbaşkanına sahipti. Hatırlıyorum da, o yıllarda merhum Özal’a saldıran güruh, bugünlerde de aynı galiz sözler, iftiralar, hakaretlerle ve hezeyan içinde Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a hücum ediyorlar.
CRR Konser Salonu’nda Sultan İkinci Abdülhamid Han hakkında bir sempozyum yapılmıştı. Kadir Bey de katılmıştı. Toplantıdan sonra salonda yüksek sesle, bugün ihanet odağı olduğu kesinleşen ve ABD’ye sığınmış bulunan FETÖ’nun başhainini sertçe eleştiriyordu. Bu tenkitlere, Diyanet’in düzenlediği Beyazıt Kitap Fuarı’nda da cesaretle devam ediyordu. Menhus adamın Müslümanlar arasında çıkardığı fitneyi, yaptığı tahribatı dile getiriyordu. Rahmetli Ali Nar Hoca da yayımladığı İslamî Edebiyat dergisinde “Dinlerarası Diyalog Aldatmacası”nın tehlikesinden sık sık bahsediyordu. Mümin, basiretli ve ferasetli olur. Kanaatimce münevverlerimiz arasında bu korkunç tehlikeyi ve azgın fitneyi ilk sezen iki şahsiyet cennetmekân Kadir Mısıroğlu ve Ali Nar’dı.
İstanbul’un 100 Yayınevi kitabını hazırlarken Sebil’e de yer verdim. 1964 senesinde kurulan yayınevinin neşredilen ilk kitabı, yazarımızın Lozan Zafer mi, Hezimet mi? isimli üç ciltlik kitabıdır. Tarihçimiz ayrıca şu kitaplara da imza attı: Osmanlı Tarihi, Tahrif Hareketleri, Muhtasar İslâm Tarihi, Pirî Reis, Zoraki Asi Şehzâde Bâyezid, Geçmişi ve ve Geleceği ile Hilâfet, Mimar Koca Sinan, Sultan Vahideddin, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamid, İslâm Dünya Görüşü, Hilâfet, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler, Osmanoğulları’nın Dramı, Filistin Dramının Düşündürdükleri, Geçmiş Günü Elerken, Hicret, Gurbet İçinde Gurbet, İslâm Yazısı’na Dâir, İslâm Harflerinin Müdafaası, Doğru Türkçe Rehberi Yahud Bin Uydurma ve Batı Menşe’li Kelimeyi Boykot, Türkçenin Müdaafası, Macar İhtilali, Ermeni Mezalimi, Yunan Mezâlimi, Musul Meselesi, Moskof Mezalimi, İslâmcı Gençliğin El Kitabı, Ali Şükrü Bey, Üç Hilâfetçi Şahsiyet, Vahideddin. Tarihî romanları ise şunlardır: Kanlı Düğün, Uzunca Sevindik, Kırık Kılıç, Kavuklu İhtilalci, Düzmece Mustafa, Cem Sultan’ın Papağanı, Zağnos Paşa, Veli Beyazıt’ın Bedduası, Malkoçoğlu Kardeşler, Makbul ve Maktül İbrahim Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa, Sokollu Mehmed Paşa. Bu eserler kütüphanelerimizde olmalı, hepsini satır satır okumalı, bilhassa gençliğe okutmalıyız. Geçen yıllarda mütefekkirimizin hatıratı, Yeni Söz gazetemizde yayımlanmıştı. Bu mühim hatıralar, daha sonra kitaplaştı.
Bir ara rahatsızlanan ve hastaneye kaldırılan Kadir Mısıroğlu’nu Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan vefa göstererek ziyaret etmiş ve ‘geçmiş olsun’ dileklerini iletmişti. Her zaman yerli ve millî değerlere düşman olan ruh hastaları, yine saldırmaya başlamıştı. Aslında bu şenaat, onlardan her zaman beklenir. Fikirlerine katılmasanız bile belli bir yaşa gelmiş bir tarihçiyi, bir yazarı Cumhurbaşkanı ziyaret ediyorsa bu davranış ancak alkışlanır. Orada ideoloji susar, sadece insanî davranış öne çıkar. Ama adamların insanlıktan nasibi yoksa neylersiniz? O ziyaret esnasında Kadir Mısıroğlu, Cumhurbaşkanı’mıza şunları söylemişti: “Senin mevkiine gelip senin başarılarına imza atan bir adam, eskiden ‘ağabey’ dediğine sonra ‘ağabey’diyemezdi, ‘hocam’ dediğine ‘hocam’ diyemezdi. Sen bu vasfı muhafaza ettin, kibre ve benliğe kapılmadın. Allah’ın sana takdir ettiği iyilikleri, Allah’ın bir lütfu olarak bildin. Bu, hizmetlerin kadar büyüktür ve Allah katında mükâfatı mûciptir.”
Vefatından önce yakınlarına “Ben ölünce ‘Bir Osmanlı öldü’ deyin. Vallahi hayatım boyunca böyle yaşadım ve yaşamaya gayret ettim. Mücadelem dinime ve ecdadıma düşmanlan olanlarladır.” demişti. Elhak hepimiz şahidiz. O tam bir Osmanlı gibi, bir mümin gibi düşündü, yaşadı ve eser verdi. Hatırası hiç bir zaman unutulmayacak. Cenab-ı Allah rahmetiyle, mağfiretiyle muaemele etsin. Cennet-i âlâda çok sevdiği ecdadının yanında, Hazret-i Peygamberin yanıbaşında olsun. Başta Mısıroğlu ailesine, sonra da dostlarına, yakınlarına, okuyucularına ve bütün milletimize, ümmetimize başsağlığı diliyorum. O, toplumumuzda bir tarih şuuru uyandırmıştı. Türkiye’mizin başı sağ olsun.