Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Aralık 2016

'Son Dakika!' ülkesiyiz

Sıfır sorun diye bir şey yok, biliyoruz. Mükemmeliyet; en az kusur demektir. Kusursuz olamıyoruz. Fakat daha az kusurlu olabiliriz. Bu mümkün! Bir hedef olarak ütopyayı seçmedik tamam. Fakat drama, trajediye de rıza gösteremeyiz. Mutlak anlamda hayata, öncelikle insan hayatına, kendimize ve birbirimize verdiğimiz değeri derin bir ilim, ahlak ve hukuk çatısı altında göstermek bizim geleneğimizdi. Barış ve esenliğin geleneği. Bizde hayat kesintisizdi. Ölümden önce de var olandır/, sonra olduğu gibi... Arzı topuklamadan, rüzgara karşı dimdik durmadan ebedi istirahat edemeyiz. Ölümü değil, doğumu müjdeleriz. Şehitlikten önce şahitlik etmeyi isteriz. Yaşama sevincimiz birbirimizi yaşatma sevincimizden ileri gelir.

Bize göre dünya, cennetin arifesi! (Olmalı) Cennet: kesin geleceğimiz. Şimdilik hayalimiz. Fakat yüksek yaylalarına layık bir sıçrama tahtasını, yani; şimdi'yi, dünyayı imar ve inşa eden bir deli hayal...

Üzgünüm. Hayalimiz; duamız için gereken fiili, öncül çabalardan, şimdinin güzelleştirilmesi gerçekliğinden uzağız...

Bir "Son Dakika!" ülkesiyiz. İletişim imkanları acziyetimizle alay etmekte sanki. Sadece gücümüzün sınırlarına erişebilseydik iyiydi ya. Haberleri seyrederken, uzak yakın erişemeyeceğimiz her olay mahalline koşan hayali mahşeriz. Oradan geçerken heyecan içinde bir sokak hadisesine hiç bir şey yapamadan takılan birilerinin binlercesiyiz... Tam davranacağız. Elimiz kolumuz mesafelere bağlı. Dolu. Kaşık, bardak, klavye. Her ne işle meşgulsek kamusu, meydanıyla topyekun dünyayı evimizin ortasına dökülmüş buluyoruz. Pek çok gerekli, iyi, ilginç, şeylerin yanı sıra uzak ülkeler, yabancı insanlar, farklı hayatlar, bin bir çeşit keder, hikaye, gerçek bir hayatın karesinden, savaş suçundan veya barışın göbeğindeki sorumsuzluklardan, ihmaller, toplu ölümler var...Cenazeler akını. Törenlerde annesiz, babasız, kardeşsiz kaldığını henüz anlayamamış, aniden kadere dalmış ta vurgun yemiş yüzler... Sanki cehennem, ateşini giyinmiş te ülke ülke, sokak sokak dünyaya yaklaşıyor.

Bizzat suçlu olduğumuz ölümler var!

Tam bir parça sakinleştik dediğimiz anda bir "Son dakika!" Ve ardından halkının başına toplanmış devlet erkanı.
Lütfen! Bütün kurumlarınızla sorunun başında yer almayınız! Sorun ortaya çıkmazdan evvel, hayatın, olayların kendilerine has ve devlete düşen tedbir kısmında orada mıydınız?", siz asıl ondan haber verin! Ki zaten vakitlice, yasama-yürütme-yargı yaptırımıyla orada olsaydınız şimdi burada, gözleriniz yere çakılmış olarak bulunmazdınız. Devletin gözleri böyle yere inmez ve halkı ile göz göze gelemeyen bir devlet durumuna düşmezdi. Gerçi ekran; hayatın bir parça soğutulmuş halinden mamul bir koridor, bir berzah çekiyor aramıza. Fakat esas olay mahallinde, ateşin düştüğü yerin yüz ve gözlerine nasıl bakabildiğinizi merak ediyoruz.

Bunları devlete karşı böyle söylemesi kolay. Hem suçlu hem güçlü olması. Kapıları çarpıp ergence çıkıp gitmesi meselenin içinden... Fakat ya millet olarak biz? Bize kim ne desin?

Milletin birer ferdi olarak çoğu konuda yeterince sorumlu ve bilinçli bir tutum sergilemediğimizi ve bu nedenle devletin gözlerine baka bilecek durumda olmadığımızı düşünüyorum. En basitinden evlerimizde, şahsi alanlarımızda sağlığımız açısından tedbir odaklı yaşadığımız söylenebilir mi? Kamusal alanlar için sorgulama bilincimizin yerini sorumsuzluktan ileri gelen güvenimiz alıyor. Kendimizden, bilinçsizliğimizden ve sorumsuzluğumuzdan güvende değiliz.

İşte son faciayla ilgili bilir kişi raporuna bakılırsa, devletin denetleme ihmalinin yanı sıra kurum yetkililerinin, velilerin sivil sorumluluk bilincinin ve tedbirsizliğin had safhada olduğu görülür. "Yangın merdiveni kapısının kolu olmadığı için dışarıya çıkamadıkları, yangına binanın ikinci panosundaki şartellerin eskimiş olması ve kaçak akım rolesi bulunmamasından kaynaklandığı... yangın kapısının kapı kolları olmadığından ve kapı açılamadığından..."

Tedbirse, hepimiz tedbirli olmalıyız. Tedbir tevekkülün içinde. Ve tevekkül; bütün yapılacakları başkasına, en çok ta "Kadir Mevlam"a bırakacağımız bir tembelliğin mistik maskesi değildir. Yan gelip yatmak ve bizzat yapmamız gereken işlerin topunu Allah'a ısmarlamak hiç değil!

Tevekkül, güvenmek; kendi hayatımız için gerekli olanı yapmaksızın Allah'a, devlete, ilgili kurumlara, yakınlarımıza hayatımızı bırakıvermek şeklinde cereyan ediyor. Zahmeti sevmiyoruz. Rahmet de bizi sevmiyor. Haliyle güvendiklerimiz bize karşı güvensizleşiyor. Allah ile insan, devlet ile millet, toplumla insan derken bütün aidiyetler müthiş bir güven kaybıyla sarsılıyor. Selam, esenlik yer çekimine yabancılaşıyor.

Bugün için, "Güveniyorum!" sözünün anlamı "Kendime güvenmiyorum, bu konuda ferdi sorumluluklarımı yapmayacağımdan neredeyse eminim." demek oluyor. İş sonuçları yaşamaya geldiğinde en başta "eti senin kemiği benim" olan her şeyin, bu defa "canı nerde?", sorusu gündem alıyor ve suçlamalar başlıyor.

Kabul edelim. Ölümden sonraki hayata inanmayı, ölümden önceki hayatı inkar etmekten geçiyor sandık. Hayat gibi bir nimete, nimetlerin anasına saygısızız. Kendi hayatına saygı duymayan ölüm sevici bir milletin hayatına başkaları neden saygı duysun ki?...Her yerde kolayca ölüyoruz. Mars'ta hayat, dünyada ölüm var. Maviyi, yeşili unuttuk. Kan akıyoruz. Sayı değerimiz bile yok.

Şehadet övgülerine saklanmadan evvel yapmamız gereken şey; birbirimizi yaşatmak için çaba harcamak! Ölümden önce, hayata saygı duymak! Bu durumda cenazeye gelenlere değil de, bir bakıma haksızca "öldürülmüş" olana sorulmalı o soru: "Hakkını helal ettin mi? Geride kalanlara..."