Sömürge kuşatmasını aşmak
İslam dünyasının mevcut durumunu tartışırken analizlere sömürgeleşmeyi almamak ciddi bir eksikliktir. Zira bugün form değiştiren sömürgecilik (Post/Kolonyal) artık tüm insanlık için kuşatıcı bir hale gelmiştir. Dolayısıyla öncelikli sorunumuz çoğu zaman gönüllü olarak süreçlerine katıldığımız sömürgeciliği yarıp dışarıya çıkabilmektir.
Son cümlede geçen “çoğu zaman gönüllü olduğumuz” şeklindeki ifade ne demek istemektedir? İnsanlar gönüllü bir şekilde sömürülmek isterler mi? İnsanlar elbette haklarının ellerinden alınmasını istemezler. Fakat süreç öyle bir hale ge(tiri)lmektedir ki, formların çekiciliği sömürgenin içine çekebilmektedir. Nitekim postmodern zaman diliminde yaşadığımız şey budur.
Batı modernitesinin başarılı olmasında kabaca üç faktörü burada zikredebiliriz. Birincisi, varlık ve bilgi anlayışının yeniden üretilerek bunun üzerine inşa edilen güç. Bugün Batı üniversitelerinin dolayısıyla ülkelerinin başarısından önemli bir etken budur. İkincisi, Batı modernitesinin militarist güçle yayılması. Üçüncüsü de, buna bağlı olarak dünya ölçeğinde sömürgeleştirme faaliyeti. Öyle ki, Giddens’ın deyişiyle bugün küreselleşme dediğimiz şey gerçekte modernliğin dünya ölçeğine yayılmasıdır.
Sömürgeleştirme faaliyeti çok kollu ve çok boyutlu olarak devam etmektedir. İlk başta sömürge ön keşif kolları diyebileceğimiz çalışmalarla başladı. Bu minvalde bilhassa ilk antropologların çalışmalarını hatırlayabiliriz. Zaten sosyoloji Batılı modern toplumları antropoloji ise diğer toplumları açıklamak üzere devreye sokulmuştu. Erken antropoloji çalışmalarının “ilkel toplum” anahtar kavramı etrafında işleyişi, özellikle Batı dışı ve Afrika toplumlarını yeniden konumlandırmak üzere işlevselleştirmiştir.
Ardından açık işgallerle sömürgeleştirme faaliyetleri devam etti. Batılı devletlerin bu ülkelere askeri olarak girişi 1950’lere kadar sürmüştür. Ortadoğu ve Afrika’nın maddi ve manevi sömürgeleştirmesi hala devam etmektedir. Zengin kaynakların buralardan Batı’ya aktarılması sömürgeleştirmenin zihinsel boyutta işletilmesi ile söz konusu olmuştur.
Sömürgenin zihinsel süreçlerle derinleştirilmesi daha etkin bir süreç olarak işlemiştir. Bunlar ise kültür ve dilde dönüşümlerle kendisini göstermiştir. Doğrusu sosyal bilimleri bu süreçte nasıl bir sömürgeleştirme dili ve bilgisi ürettiğini asla atlamamalıyız.
Bir kere açık işgallerin sürdüğü ülkelerde işgalcilerin dili resmi dil haline gelmiştir. Bugün bunun izleri hala devam etmektedir. Söz gelimi; Tunus’ta yetişen bir birey dünyaya ve insana bir Fransız gibi bakmakta; son kertede sömürgecisine hayranlık duymaktadır. Açık işgal olmayan ülkelerde ise, İngilizcenin hakimiyeti ya da yabancı dilde eğitim bu sömürleştirmeyi bir başka boyutta gerçekleştirmektedir. (Burada yabancı dil öğrenmeyi eleştirmiyorum)
Fakat diğer önemli husus; kültürel olarak yaşanan sömürgeleşmedir ki, batılı gibi düşünüp, evrene ve insana batılı perspektiften bakmayı sağlayacak paradigma dönüşümdür. Zaten böyle bir dönüşümle birlikte, toplumları bir eziklik kaplamaktadır. Bu safhadan sonra insanlar sömürgeleşmeyi artık bir prestij olarak talep etmektedirler. Tüm bunlara itiraz edenlere, Batı dışı toplumlardaki gündelik pratiklere bakmalarını önereceğim.
Bugün ise postmodern bir bakış açısıyla sömürgeleş(tir)meye gönüllü temayül hızlanmıştır. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla alttan alta Batı’ya kültürel bir teslim oluş söz konusudur. En azından zihniyet olarak “iyi”nin ancak Batı’da olduğuna dair düşünce ve gündelik hayat pratikleri üretilmektedir. Zira çoğu insanın hayalini Batı ülkelerinde yaşamak oluşturmaktadır. Öyle ki, sömürgeleştirme zihniyetinin dinlisi, dinsizi, dindarı, agnostiği, ateisti kalmadı.
Dolayısıyla “bu kuşatıcı sömürgeden nasıl kurtulacağız?” sorusu ortada bütün gerçekliği ile duruyor. Bu gerçeği de en fazla zihinsel olarak sömürülenlere anlatması zor.