SOLCULARIN 'UYUŞTURUCU' İLGİSİ
Karl Marx ismi zikredildiği andan itibaren, bu işlerle az çok ilgilenen kimselerin aklına direkt Onun "Din halkın afyonudur" sözü gelir. Elhak Marx böyle bir söz söylemiştir ama bu sözün direkt akla gelmesinin, Türkiye'de sol ve din arasındaki teorik ve tarihsel ilişkilerden de beslendiğini görmek gerekir.
Marx, kendi çağını okurken dinin aslında ikili rolünün tamamen farkındaydı. Marx'a göre, din bir yandan "kalpsiz bir dünyanın kalbi, vicdansız bir dünyanın vicdanı"dır. Yani, din gerçeklerin üzerini açan, dünyadaki tüm adaletsizliklerin açığa çıkarılması için bir ruh uyandıran temel ögedir. Ancak öte yandan Marx, "Din halkın afyonudur" derken, dinin gerçeklerin üzerini örten ve bu dünyadaki adaletsizliklere razı eden bir kaderciliğe mahkum eden işlevine vurgu yapmaktadır. Aslı itibarıyla din (dinin yorumlanış biçimi), böyle ikili bir role sahiptir. Biz aslında benzer bir yaklaşımı Ali Şeriati'de de görmekteyiz. O da, "dine karşı din" derken bu ikili rolü tarihsel ve aktüel örnekler eşliğinde okumaya çalışmaktadır.
Bilindiği gibi Türkiye'de cılız bir sesle de olsa "sol ilahiyat" adı altında bir kavramsallaştırma tartışma konusu oldu. Bu konuda farklı makaleleri içeren "sol ilahiyat" ismiyle bir kitap ta yayımlandı. Kitap, içinde tartışılmayı hak eden bazı analizleri barındırdığı gibi, oldukça fazla rezervlerimiz olan meselelere de yer vermiş. Fırsat buldukça İnşaallah bu köşede parça parça analizlerde bulunmaya çalışacağım.
Ben esas olarak "sol ilahiyat" kavramsallaştırması etrafında bazı sorular üzerinden ilerlemek istiyorum. Birinci soru şu: Özelde Türkiye koşullarında dini analizlerine dahil etmeyen ve aslında bunu bir gericilik olarak gören sol entelektüelin yakın zamanlarda başlayan bu dine ilgisinin sebebi nedir? Bunu nasıl açıklamak gerekir. Başlığımız aslında bunu ifade etmeye çalışıyor. Aslında bu soru, aynı zamanda "sol ilahiyat" şeklindeki bir kavramsallaştırmanın imkanlarını da yoklamaktadır. Dolayısıyla buna verilecek cevaplar, bu imkanlara da referanslarda bulunacaktır.
Bir kere Marksizm seküler bir ideolojidir. Marx, Kominist Manifesto'ya şöyle bir cümleyle başlar: "Tüm tarih sınıf savaşlarından ibarettir." Marx'ın bu mottosu, tarihi ve bugünü yani tüm zamanları kapsayan bir meta anlatıdır. Ona göre tarih, üretim araçları ve ilişkileri çerçevesinde ekonomi politiği belirlenen ve neticede alt sınıflar ile üst sınıflar arasında sürekli bir mücadeleye dönüşen diyalektik materyalizm şeklinde akar. Üst sınıflar alt sınıfları sürekli manipüle ederler. Din de, bu manipülasyon ve sömürü sürecinde ideolojik bir dayanak oluşturur. Aslı itibarıyla toplumda varolan sanat, hukuk, din vb. gibi üst yapı kurumları nihayetinde üst sınıfların talep ve arzuları yönünde şekillenir. Marx, tam da bu noktada tüm ezilenleri birleşmeye çağırır.
Esas handikap, tam da marksizmin materyalist doğasından kaynaklanıyor. İnsan, evren ve eşyaya bakışını "madde" ve "bu dünya" ile sınırlayan Marksizm, kendisini manevi ve metafizik dayanaklardan yoksun bırakıyor. İnsan hayatında karşılıkları olan ölüm nereye oturuyor? İnsan neden yaşıyor? gibi sorular etrafında oluşan anlam krizine Marksizm cevap vermekten yoksun. Diğer yandan verme, paylaşma, mücadele gibi kavramların metafizik dayanakları ve meşruiyet eksenleri yok.
Aslında başından beri bu zaafiyetler, bir şekilde Marksizm adına adanmışlıklar etrafında aşılmaya çalışılmış ve marksizme bir metafizik giydirilmek istenmiştir. Mesela; Rusya'daki uygulamalarında bu "adanmışlık" kavramı etrafında giydirilmeye çalışılan metafizik çok belirgindir. Sorun şudur ki, tabiatı gereği metafizik giydirilmeye çalışıldığı andan itibaren sistem çökmektedir, metafizik giydirilmediği zaman da insan çökmektedir. Marksizm, hala bu gelgitlerin arasında yolunu bulmaya çalışmaktadır.
Aslında Marksizm, metafiziksiz yola devam edemeyeceğinin farkındadır. Açıkçası, sol ilahiyat tartışmalarını, solun eskiden tamamen inkar yolunu seçtiği dinle bir ilişki geliştirme ve bir dil kurma arayışları olarak görmek gerekir. Dolayısıyla solun "uyuşturucu" olan dine ilgisinin nedeni, bir realite ve ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.