Sizin saatiniz kaç?
Saat zamanı iyi ölçüp biçemiyor, iyi hesaplayamıyor... Hüzünlü bir an sevinçli bir andan daha uzunken, biri kaplumbağa, diğeri yarış tavşanıyken her ikisine de eşit ölçüm de bulunması büyük haksızlık... Veya aç bir an tok bir anla eşit tutulamaz. Aç karna ve aç gönle gün sünüyor işte pek azımız hariç buna tanığız. Dahası aç bi'l aç geçirilmiş ömürlerle, tıka basa tok geçirilmiş, sporlara, diyetlere devrilmiş ömürler eşit uzunlukta değil.
Anları,
zamanları, saatleri birbirine eşit olmayan bir toplumda da saatin, zamanı
göstergeye tabi tutmanın ve göstere göstere yaşamanın bir manası kalmıyor.
Bir
yurdum insanının çarşı pazarda on saat dolaşması ve en ucuz olanı seçip
almasıyla pazar nedir, market nedir, fiyat nedir, artış nedir, zam, indirim,
şok fiyat ve halk günü nedir bilmeyen bir kesimin uzak organik pazarları
paketlenmiş olarak evinde ağırlaması aynı sürede gerçekleşmiyor. O süre
zarfında sarf edilen emek, koşuşma, alın teri, nefes alıp verme biçimi, ruhsal
durum, hal ve keyif/sizlik de eşit değil. Bazı saatler, bazı zamanlar;
“hızlandırılmış tavaf”la, “emredilmiş say” ile, koridorlar arasında, dar
sokaklar ve sıkışık caddelerde dönüp durmakla geçip giderken, bazı saatler
bütün dünyevi ve basit telaşelerin, dünyacılığın uzağında lüks bir ibadet edası
ve tınısı içinde veya seçkin bir müzik eşliğinde kendinden geçiş dansı ile
geçmek bilmeyen upuzun bir ömre dönüşebiliyor.
Ömür
ırmakları asgari düzeyde adil, mümkün mertebe coşkun akmıyor.
Kimi
dereler kurutuluyor.
Kimi ağaçlar,
çınarlar, aile direkleri, aile emekleri çürütülüyor. Ne yapsalar olmuyor. Ev
alamıyorlar. Kira desen ödemek için büyükler ek işe, ek yorgunluklara,
uykusuzluklara veriyor ömrünü. Genç ömürcükler de katılıyor bazen bu
seferberliğe. Yani zaman çok farklı geçiyor.
Bir
dakikası 60 saniye, bir saati 60 dakika, 24 saati bir gün olan keskin bir
şeyden bahsediyoruz. Pili bitip yeniden takılan bir şeyden. İnsanın ise ömrü
bitiyor. Ölüme kurulmuş bir yaşamı var. Can yeniden takılan bir şey değil. En
azından bu dünya için.
Zamanı
farklı işleyen her ömrün akışına sokulmak, zor geçen, zor akan, tıkanan, geçmek
akmak bilmeyenin saatini de kolaya kurmak kimlerin elinde? Yaşamı büsbütün
insanın kendisi kuramıyor. Hep birlikte kurulan da bir şey yaşamlarımız, öz müdahil
bizzat biz olsak ta… Küçük ve müstakil, özgür saatler nerede kaldı? Hepsi bir
bir kırıldı mı? Artık yok mu? Kendi yağıyla kavrulabilen, bilinçli gelişime
açık, zamana yeni bir şey teklif edebilen, tüketime hapsedilmeyen, üretime
parmak izi, akıl izi bırakan, akmak istediğinde yağ gibi akan, canı akmak
istemediğinde seherleri ve geceleri isterse bir güzel duran, bakan ve hisseden
o ömürcükler nerede?
Bencil
ve büyük saatler, marka saatler, uyanık, rantçı saatler ve kalın ense ve
bileklerin kurduğu saatler su geçirmese bile alın teri geçiriyor. Emek
geçiriyor. Akrepler fırlıyor, yengeç sürüsü ısrarla yapay bir kuraklığa
dağılıyor, gaspla, rüşvetle, fahiş fiyatla, engellenmemiş soygunların
türevleriyle yoksullaşmış ceplerin deliğinden giriyor…
Mutsuz edilmiş
ve zamanla geçimsiz saatler var. Yavaştan ölmüş, kırılmış ömürler.
Mutluların
saatleri hazzı hız geçerken.
Dünyanın
saati doldu mu? Biz mi çağırdık zamanın kıyametini?
Yakın mıdır büyük saatin zamanı vurması?