Sizi bekleyen tek okur(1)
Büyük bir itina ile renk renk önüme dizilen kitaplara baktım. Sonra akan kalabalığa. Bir an kendimi bir tezgâhta hissettim. Hani olur ya, manav tezgâhları, ışıklar altında pullarının yanıp söndüğü balık tezgâhı da olabilir ve ya çeşit çeşit, renk renk mevsim sebzelerinin, meyvelerinin dizildiği bir tezgâh da. Ya da yaşlılık yorgun bir türkü gibi yakışır yüzünüze sanki beyaz saçlarınız akar yün başörtünüzün kıyısından, siz elinizle ördüğünüz emeğinizi, renk renk patikleri, havlu kenarlarını, lifleri sergilersiniz, arada kısık ve utangaç bir sesle de “liflerim var, patiklerim var elişi bunlar, elişiiii” diye seslenirsiniz.
Sonra, balıkçının gür bir nida ile par par yanan balıkları sularken; “taze
balıklarım vaaaaar, hadi kanlı canlı, taptaze bunlar” diye bağırdığını, manav
tezgâhında alnına birikmiş terleri silen gür bıyıklı iri kıyım satıcının; “taze
taze yeni geldi bahçeden hadi baylar bayanlar elmalarım, armutlarım, kan
damlayan kırmızı karpuzlarım vaaaaar…”
diye seslenişi gelir sanki aklınıza. Böyle işte bir an tezgâhın
arkasında kendinizi bir satıcı gibi hissedersiniz…
Oysa ben bu kitap tezgâhının
arkasında önümde dizili kitaplarımın şahitliğinde, birilerine satıcıların
cesurluğunda bağıramazdım elbet. “Bu kitapları ben yazdım, bakın bunlara
geceler ve gündüzler boyu gözümün nurunu akıttım, terimi akıttım, uykusuz
kaldım. Yeri geldi yazma sancılarımla evi barkı unuttum, kendimi sokaklara
vurdum. Yeri geldi bir odaya kapanıp günlerce yalnız kaldım, evdeki herkesle
arama mesafe koydum, ‘yazı yazıyorum dokunmayın’ diyerek afra tafra yaptım diye
kimselere söyleyemem, avazım çıktığı kadar hele hiç bağıramam. “Kitaplarım var,
taze taze yeni yazıldı bunlar, kitaplarım vaaaar” diye nasıl bağırabilirim ki…
Oysa ne zordur yazmak, sizden bedel ister, bir ömür ister. Kolay mı
sanıyorsunuz bu iki kapak arasına derlenip toplanıp gelmiş olan sayfaların bir
bir yazılmasını… Daha neler neler söylemek isterdim, önümden hızlı hızlı
yürüyerek geçen, donuk bakışlı, ilgisiz kalabalığa. Popüler bir yazar değildim
elbet, o nedenle kuyruğa girip kitabımı imzalayan hayranlarım da yoktu.
Billboardlara resmimim öyle boydan boya asılmadı hiç. Şimdilerde yazarlık
artistik bir şey oldu ya. Benim artistik bir duruşum da yok. Elimi çeneme koyup
şöyle fotojenik bir poz mu versem, ah bilemiyorum.
Kalabalık artmış, akın akın insanlar dolup boşalıyordu bunaltan devasa
çadıra. Öğrenciler grup grup stantları dolaşıyor, bir okurdan daha çok
alışveriş merkezine gelmiş bir alıcı edasıyla, meta halini almış eşyalara bakan
duyarsız seyirciler gibi kitaplara uzaktan bakıp donuk gözlerle hızla
ilerliyorlardı. Aslına bakılırsa kitap fuarında, akşama doğru sıcaklığın ve
nemin arttığı bu devasa çadırda kitap alıcısı, gerçek has okur neredeyse yok
gibiydi.
Devasa çadırın içinde, hızlı hızlı ilerleyen kalabalığın arasından sıyrılıp,
tam kitaplarımın önünde durarak, kitaplara bakan birisi vardı. Evet, bunca
ilgisiz kalabalığı yarıp geldi durdu standın önünde ve kitapları incelemeye
başladı. Benim o anda dikkatimi çeken ve beni etkileyen bir genç adam; ensesine
kadar uzun saçlarından ziyade geniş alnına düşmüş perçemlerinden damla damla
birikmiş terleri eliyle silerken “bir kitap almak istiyorum hediye olarak”
diyordu. Ben, “kim için imzalayacağım?” diye sorduğumda sanki çekindi önce
söylemek istemedi. “Bir arkadaşım için mi” demişti şimdi hatırlamıyorum. Ama bu
birisi onun için özel birisi idi. İnsanın sevdiğine kitap alması ne güzel diye
düşündüm. Kitapları incelemesinden, ara ara kapakları açıp satırları okumaya
çalışmasından sevdiğine ulaşacak olan satırlara gözleriyle dokunuyor belki de o
satırlarda onunla buluşmayı murat ediyordu kim bilir... Ama oldukça
heyecanlıydı ve seçim boyunca alnından akan terler boynuna doğru yürüyordu
artık. Aslında çok da sıcak değildi
çadırın içi. Sonunda iki kitap aldı eline. İkisinden birisini seçerken yanındakilerden
bir genç ona kâğıt mendil uzattı. Ki artık kumaş mendil kalmamıştır. Tarihe
karışmıştır. Alnını silen genç adam artık karar vermiş olduğu kitabı bana
imzalatmak için uzattı. Özel birisine ki bu bence onun sevdiğiydi, kitap
aradığını anladığım için, “kimin adına imzalayacağız” diye sorma ihtiyacı
hissettim tekrar. Önce sesi sanki kısık ve biraz daha örtülü bir şeyleri söyler
gibi ulaştı kulağıma. İsmi tam olarak alamamıştım. “efendim” diye soruyu tekrar
ünleyince daha berrak ve gür bir nida ile sevdiğinin ismini bir şiir mısrası
gibi bıraktı oracığa.
Ne güzeldir sevenin sevdiğine kitap seçmesi, sonra o kitapla, kitabın içinde
geçen her bir cümle ile ortak bir kader örer gibi bir yazgıyı paylaşması.
Derin kuyulardan, soğuk suları
çıkarır gibi, kızgın çöllerde yalınayak, tabanlarından ateşler fışkırırken,
yangınlara yürümek, kor ateşlere basmak gibidir yazmak. Dingin ikindi
serinliklerinde toprak bir yolda yalınayak yürümek, sonra aniden
eleğimsağmalarla ıslanmak, yumuşak bir yağmurla bir olup için için ağlamak
gibidir yazmak…
Öyle fazla bir okurum olmasın,
kuyruklar boyu uzanmasın zaten. Özel okurlarım olsun isterim, sözüm sözüne
değsin, özüm özüne. Yüreğimden yüreğine bir akış olsun. Gözyaşıyla yazdığım her
satırda onun gözlerinin yaşı da değsin sayfalara…
Ben öyle olsun isterim…