Siz benim neler çektiğimi nereden bileceksiniz!
Bir fidandım dirildim. Fırtınaydım
duruldum. Yoruldum çok yoruldum... Taş duvarlar yıkıp geldim. Demirleri söküp
geldim. Hayatımı yakıp geldim hey...
Gökte yıldız söner şimdi. Annem beni
anar şimdi. Sevdiğim var kanar şimdi... Bir pınardım kan oldum. Yol kenarı han
oldum. Yanıldım ah ziyan oldum. Ben ardımda yaş bıraktım. Ağlayan bir eş
bıraktım. Sol yanımı boş bıraktım. Hey...
Siz benim neler çektiğimi nereden
bileceksiniz...
Siz benim neden kaçtığımı nereden
bileceksiniz...
Siz benim kime küstüğümü nereden
bileceksiniz...
Siz benim neden sustuğumu nereden
bileceksiniz...
Bugünlerde Ahmet Kaya’nın muhteşem
yorumunun sözleri düştü gönlüme. Dert söyletir derler. Derdi olan ya konuşur,
yazar ya da küskünlüğünü susarak ortaya koyar.
İnsan yorulur hayatın içinde. Yoruldum
hayat gelme üstüme der. Acılarını, isyanlarını, terk edilmişliklerini,
hayallerinin ve ümitlerinin kırılışlarını şarkılarla güftelerle dillere döker.
Ne yorgunluğu geçer ne de acıları. Lakin sessiz sessiz göz yaşlarını akıtırken,
içindeki fırtınalar daha da bir artar. Zira acıları, dağların kaldıramayı
istemediği hayat yüküdür.
Kimi zaman derdi olanlara derman
olayım derken kendi derdine derman bulur. Bazen de kendi derdine derman olayım
derken dertlerine yenilerini ekleterek suskunluğu tercih ettirtir.
Kiminin davası karın doyurma, makam
şan şöhret, günlük telaşlar üzere, kiminin davası da yücelerdedir. İnsanın
uğruna ölümü göze alabileceği bir davası olması ne güzeldir.
Çoğunlukla yaşarken anlaşılmaz,
etrafındakiler anlam veremez yaptıklarına. Lakin ölüm ne güzeldir. Eğer
arkasında bıraktıkları görünürse methiyeler dizilir. Hayatı tek tek toplanır,
nerede neler yaptığı araştırılarak biyografisi çıkarılır. Hatta yarışmalara konu
bile olur.
Hayat işte! Can bedendeyken değeri
olmayan cansız bedenine suçluluk duygusunu kapatmak istercesine ikramlarda
bulunulur.
Her insan ayrı bir alem, ayrı bir
kitaptır. Bizi en çok geliştiren öyle sanıyorum ki içinde bin bir alemi
saklayan insanı okumaktır. Rahman olan Allah insanı en güzel suret ile
yarattığını beyan buyururken cahilliğine, doyumsuzluğuna, bir vadi dolusu malı
olsa ikincisinde gözü olduğuna, aceleci ve sabırsız olduğuna da vurgu yapmıştır.
Bilgi elbette amel etmek içindir. Cennetin
yolu iyi niyetlerle dizilmemiştir. Eğer maksat hem bu dünya hem de ahiret
cennetiyse her şeyin sahibi olanın verdiği bilgi ile hareket edilmelidir. Aksi
takdirde bir çok emek zayi olacaktır.
Bilginin ve ilmin tek kaynağı olan vahye sarılanlar
kopmaz bir ipe tutunmuştur. İnsanoğlunun bilgisi öncelikle Allah Teâlâ’nın
öğrettikleridir. Değişmez ve yanılmaz tek bir bilgi kaynağı vardır, o da
yaratıldığı ilk günden beri görevlerini eksiksiz yapan kevni ayetler ve yaşanılarak
örnek olan vahyi ayetlerdir.
İnsan doğumundan ölümüne kadar girdiği ilişkilerle
elde ettiği bilgilerle ya Rabbine yaklaşır ya da uzaklaşır. Ya şükreden ya da
küfreden olur. Halbuki duyan kulağı, gören gözü, seven kalbi şükür için
yaratılmıştır. Gözler kör, kulaklar sağır, kalpler de gaflette ise ne umut ne
de ümit vardır.
Soru sormak yaşamak için önemlidir. Sorular insan
olmak ve insan kalmak içindir. Sorgulamak ise inkara sebep olabilir.
Biliyoruz ki yaşamak için görmek gerekir. Mutluluk
ancak doğru düşünceye, doğru düşünce de doğru kararlar alıp uygulamaya
bağlıdır. Aksi takdirde geçmişin acıları, geleceğin korkuları bizi rahat
bırakmayıp, içinde olduğumuz anı iyi yaşatmayacaktır. Sonunda da hayatın
faturasını şarkılara şiirlere dökerek, yoruldum hayat gelme üstüme dedirtecektir.
Bilinen odur ki, ne kadar yorulsak da, ne kadar korksak da, ne kadar büyük acılarımız olsa da başa gelen çekilecektir. Aksi takdirde “Siz benim neler çektiğimi nereden bileceksiniz” diyerek isyan edilecektir.