Siyasi tercihler anı notları
Hatırlarım; dedemin ne sıkı bir Demirel takipçisi olduğu yılları. Çok akıllı ve özgüven sahibi bir usta, küçük, yerli sanayici olduğu ve önceden zor kabullendiği radyodan Demirel’i nasıl “seyrettiğini… “
O
sıralar babamın gizlice merhum Erbakan’ı desteklediğini. Büyük babanın siyasi
tercihlerinin üstüne başka bir tercih yapmanın saygısızlık olarak algılandığı
ve sülale-aile içi farklı tercihlerin saklandığı yılları… Matematiği güçlü
fakat Latin alfabe ile okuma yazma bilmeyen dedemin bilmediği bir “zula”da,
büyük kütüphanenin gölgesinde merhum Erbakan’ın biyografisi, o zamanlar pek
uzak bir hayal gibi görülse de ülkenin bilimsel, teknolojik atılımları için ön gördüğü gelecek, o sıralar bu ülke için
umutsuzluk konusu olan o ileri vizyonu henüz bir takım kitaplardan okuyorduk. Fakat
ne muhteşem bir zulaydı. Köy enstitülerinin işleyişine dair sıkı irdelemelerin
raporu kalın kitaplardan tutun da siyasi liderlerin biyografileri, uzak-yakın
tarihe dair muarız kitaplar… ve teoloji, edebiyat, felsefe, sanat devam edip
gidiyordu. Dedem köyden şehre bize kalmaya geldiğinde onun Erbakan hakkında
bıyık şeklini kastederek “sümüklü” dediğini ve kazara radyoda Demirel
konuşuyorken radyonun önünden geçen biz torunlarına nasıl kızdığını da
hatırlıyorum.
Şimdi
ülkenin geldiği nokta; o zamanlar çok uzak sanılan, umutsuzluk konusu olan bir
nokta.
Bizim
kuşağımız bu sürecin tanığı. Artarda yaşanan askeri darbelerin tanığıyız.
Askeriyenin paçasına yapışmış ve her istemediği siyasi tercihte kendi halkını
susturmak için askeri güçleri “biz irticacılara” karşı bir tehdit unsuru olarak
kullanan şımarık yapılanmanın, şımaracağı vesayetler bir bir düşünce kanlı
darbeye bile niyetlenen o nankör, o kindar yapılanmanın bizzat şahidiyiz. Kendi
ülkemizde sivil veya resmi vatandaşlık haklarımızın sırf inancımızdan dolayı
elimizden alınışına, kamusal alandan tart edilip hapishanelere atılışımıza, evlerimize
kovuluşumuza, ülkemizin bütün kaynaklarına el konuluşuna, biz öz halkının ise karın
tokluğuna, yoksul ve gelişme imkanlarımızın blokelendiği, aşağılanmış bir
hayata mahkum edilişimize … hepsine tanığız.
Fakat
İslam terbiyesi almış insanlar olarak kargaşa ve talanla değil, insana yakışan
bir kavga edebiyle ve demokratik, hukuki yollarla çabalarımızı sürdürdük.
Toplumsal değişime katkı sunacak birbirinden farklı çabalarla, yeniden
döndüğümüz mesleki alanlarımızda açtığımız bilimsel, teknolojik ve sanatsal
çabalarla kimi zaman kasıtlı olarak sekteye uğratılan var oluşumuzu ısrarla sürdürdük.
Çünkü biz Hakk’a karşı sorumluluğu halka karşı sorumlulukla doldurmuştuk.
Allah’a kul olan bir şahsiyet olmayı insanlığa faydalı olmak şeklinde anladık. Bu
yıllara uzun yollardan, birer ömürlerden geldik.
Ve
özenle sevdiğimiz, saydığımız sevgili Cumhurbaşkanımız… Gerçek abimiz.
Ailemizde bizimle büyümüş, bize saygıyla abilik yapmış gibi yakın duygularla
sevdiğimiz insan.
Nefret
edilerek de “sevilen” bir lider olma özelliğine sahip… Düşmanlarla dost olarak
ve gayri meşru her yolla da devrilmeye çalışılan, kendisine duyulan ölçüsüz
kine dayanılarak adeta bir kin dini kurulan insan… Sırf ona duyulan kinle
motive olan, sabah akşam o kinden aldığı güçle küfür virdi başta olmak üzere
hakaret, aşağılama, alay vs gibi diğer gündelik virtlerle kînî vecibelerini
yerine getiren bir güruh var. Gördüğüm kadarıyla çok kini bütün insanlar.
Psikolojilerine son derece zararlı bir oranda yaşıyorlar kinlerini. Ülkenin
birlikte yaşama geleneğini olumsuz yönde etkisi altına alan orantısız bir kin
bu. Onların bu katı kindarlığı yüzünden sıradan bir İstanbul gününün bile
gergin yaşanma ihtimali var.
Bir
kesimin böylesine nefret ettiği o insan bizler için, büyük bir kesim için de
çok kıymetli! Aileden biri olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan. Üst üste uzun yıllar canını
dişine takarak ülkenin bu günlere gelmesinin en kıymetli vesilesi. Sıkı ve
revize edilen ekibi olsa da yeniden devam edeceği ve çok iş yükü olan bu
yıllarda herkesin, hepimizin bir işin ucundan tutması gerekiyor... Sivil bilinç
hala çok yetersiz... Meydan ve sloganla vazife ifa edildi sanılıyor. Bir de devleti
ebeveyni gibi gören serseri çocuk hallerini atmalı üstümüzden. Her şeyi
devletten bekleyen değil, irade ve gücünün farkında olan aktif bir halk olarak başka türlü büyümeli, olgunlaşmalıyız.
Nerelerden geldiğimiz, yaşadığımız veya bize yaşatılan, dayatılan süreçleri
hatırlamamız bu açıdan çok önemli.
Şimdi’nin,
yaşanıyor olanın, an’ın da farkında olarak bütün bir zamanın çemberini bilinçle
çevirmek için…