Dolar (USD)
34.48
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2959.03
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Kasım 2022

Siyasi tarihimizde oluşumlar ve toplumsal karşılık

Genç ve dinamik nüfusu ile Türkiye, çok zengin maddi ve manevi potansiyele sahip bir ülkedir.

Türkiye'de gelecekten bahsederken önümüzdeki yüzyıla damga vuracak dönemden bahsetmek ve ona hitap etmek gerekir.

Bu da, yeni Türkiye ve bugün yaşanılan sürecin milat olarak kabul edildiği zaman diliminden sonra oluşacak olan yeni küresel dünyadır.

Durum böyle iken, ülkenin siyasi gündemini, yeni siyasi oluşumlar meşgul etmektedir. Siyasi partiler, demokratik toplumların, her ne kadar olmazsa olmazı olsa da, siyasi oluşumların, toplumsal ihtiyaca binaen oluşmuş olması veya sosyal bir yönelime karşılık gelmesi gerekmektedir.

Cumhuriyet tarihinde AP, ANAP ve AKP iktidarlarında ülkede yıllardır çöreklenmiş olan, bir vesayet sistemine karşı, Anadolu insanının genetiğine karşılık gelmeyen bir vakıaya karşı oluşmuş siyasi yönelişlerin demokrasi mücadeleleri siyaset tarihimizin önemli sayfalarıdır.

Zaman zaman bir kısım parti oluşumların siyasi analizinde ortaya çıkan felsefe ise, toplumsal ihtiyacın ötesinde, toplumsal bir ihtiyacın karşılığı olmaktan ziyade, sosyolojik karşılığı olmayan bir oluşum olarak karşımıza çıksa da İşin küresel denklemlerdeki boyutu farklı bir analiz gerektirmektedir.

Siyaset tarihi bize göstermiştir ki, sağlıklı bir halet-i ruhiye temelinde kurulmamış siyasi oluşumlar, hitap ettiği toplumda hiçbir zaman karşılık görememiştir.

Onun içindir ki; Cumhuriyet tarihimiz içerisinde, toplumsal karşılık ile hayat bulan kazançların en önemlilerindendir AP, ANAP ve AK PARTİ.

Bütün saldırılara, ihanetlere, belli belirsiz darbelere ve gelişmelere rağmen, ülkedeki vesayet tablosundan, demokratik bir cumhuriyete geçiş için, verilen mücadele olmuştur bu oluşumlar.

Evet, yapıcı analiz ve eleştiriler ile önümüze serilen bazı noktaları göz ardı edemeyiz.

Örneğin bugün, alabildiğine hızlanan, seküler bir yönelime karşı bir set oluşturulamadı belki. İktidarın varlığıyla obezleştiği söylenen dindar seçkinlerin ve kitlelerin dünyevileşmesi, ideallerini yitirmesi ve tüm bunlar, Müslüman çerçeve içinde takdim edilen siyasî kimliğin itibar kaybetmesi olarak takdim edilse de, her şeye rağmen verilen mücadele ile ülkenin, insan hak ve özgürlüklerine dayalı, demokratik bir yapıya kavuşturulması hedeflenmiştir.

Her ne kadar, bürokrasi de atanmış bir kısım yöneticilerin, ciddi anlamda suiistimalleri ve bu suiistimallerin yarattığı bir obezleşme var ise de hukuk çerçevesinde tüm bunların karşılıklarının en sert şekilde verileceği bilinmelidir.

Gücünü halktan alan kadro hareketlerinde, önyargılar değil, ilkeler; tekelci akıl değil, kolektif akıl hakimdir.

Bugün, yapıcı eleştiriler olarak baktığımız bu noktaları baz alarak, ülkede güven bunalımı yaratmak isteyenler, ülkenin en büyük problemdir aslında.

Ülke, yaşatılmak istenen güven bunalımı ile küresel sinyalizasyona yeni bir olasılık formülü olarak eklenmek istenmektedir.

Devletin halka, halkımızın da devlete güveninin tesis edildiği, halkın talepleri ile siyasetin gündemi örtüştürüldüğünde görüldü ki, Türkiye'nin, uluslararası yarışta zirveye doğru yürüyüşü kaçınılmaz olmaktadır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesinden hareketle, bugün Türkiye'yi, herkes için yarınlarından emin olacakları, büyük bir umut haline getirmenin, olmazsa olmaz mücadelesi verilmektedir.

Din, dil, mezhep, bölge, etnik köken ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birinci sınıf vatandaş olarak görüp ve kucaklanması olmalıdır nihayi hedef.

Tarihi tecrübemizden süzülerek gelen farklı olanların bir arada barış içinde yaşama kültürü de bundan başka bir şey değildir.

Haklı zayıfları, haksız güçlülere karşı korumak, vazgeçilmez evrensel bir prensiptir. Bu nedenle bir kısım veya kesimin huzur ve mutluluğunu değil, herkesin huzur ve mutluluğunu sağlamasıdır önemli olan.

Bir kısım veya kesimin mutluluğunu isteyenlerin, hayal ettiği karanlık bir Türkiye'dir flu ve reçetesiz tüm çalışmalar.

Son yirmi yıldır hayata geçirilmek istenen yönetim anlayışında, devlet, buyurganlık bakımından iri ve hantal bir devlet değil, kaliteli hizmet üretme işlevi ve etkinliği açısından güçlü bir devlet olmaya doğru hızla ilerlemektedir.

Ülke bütünlüğü ve milli egemenliğe saygı çerçevesinde, dayatan, direten, rant dağıtan bir devlet değil; düzenleyen, denetleyen, fırsat yaratan, teşvik eden ve yol gösteren bir devlet, 21. Yüzyılın, hakim demokratik anlayışının bir gereğidir.

Ülke insanının karnı tok, sağlıklı, eğitimli, huzurlu olması, insanca yaşayabileceği bir hayat standardına kavuşturulması, yarınından emin, devletine, birbirlerine ve kendilerine güvenen bireyler haline getirilmesi siyasi iktidarların varlık sebebidir.

Artık Türkiyeli olma diye bir olgu vardır. Samimiyetle, azimle aydınlık ufuklara doğru bir yürüyüş ve bu yürüyüşün Varış noktasındaki ONUR VE GURUR, ülkede yaşayan tüm herkese ait olacaktır.

Toplumsal merkezin, siyasetin merkezine taşındığı bir sistem, siyasi yönetimin en önemli hedeflerindendir.

Cumhuriyet tarihimizin bu yürüyüşü, Anadolu insanının, evrensel insanlık camiasında layık olduğu yeri alması için, dürüst, ilkeli, yerli, değerler konusunda hassas, küresel dinamiklerin farkında, yaşadığı coğrafya ve çağı çok iyi kavrayan kadrolar tarafından hazırlanmış bir “demokratikleşme, Gayret, alın teri, ilkeli siyasi irade, kararlılık ve atılım” yürüyüşüdür.