Siyasi tarihimizde oluşumlar ve toplumsal karşılık
Genç ve dinamik nüfusu ile Türkiye, çok zengin maddi ve
manevi potansiyele sahip bir ülkedir.
Türkiye'de
gelecekten bahsederken önümüzdeki yüzyıla damga vuracak dönemden bahsetmek ve
ona hitap etmek gerekir.
Bu da, yeni Türkiye ve bugün yaşanılan sürecin milat olarak
kabul edildiği zaman diliminden sonra oluşacak olan yeni küresel dünyadır.
Durum böyle iken, ülkenin siyasi gündemini, yeni siyasi
oluşumlar meşgul etmektedir. Siyasi partiler, demokratik toplumların, her ne
kadar olmazsa olmazı olsa da, siyasi oluşumların, toplumsal ihtiyaca binaen
oluşmuş olması veya sosyal bir yönelime karşılık gelmesi gerekmektedir.
Cumhuriyet tarihinde
AP, ANAP ve AKP iktidarlarında ülkede yıllardır çöreklenmiş olan, bir vesayet
sistemine karşı, Anadolu insanının genetiğine karşılık gelmeyen bir vakıaya
karşı oluşmuş siyasi yönelişlerin demokrasi mücadeleleri siyaset tarihimizin
önemli sayfalarıdır.
Zaman zaman bir
kısım parti oluşumların siyasi analizinde ortaya çıkan felsefe ise, toplumsal
ihtiyacın ötesinde, toplumsal bir ihtiyacın karşılığı olmaktan ziyade,
sosyolojik karşılığı olmayan bir oluşum olarak karşımıza çıksa da İşin
küresel denklemlerdeki boyutu farklı bir analiz gerektirmektedir.
Siyaset tarihi bize göstermiştir ki, sağlıklı bir halet-i
ruhiye temelinde kurulmamış siyasi oluşumlar, hitap ettiği toplumda hiçbir
zaman karşılık görememiştir.
Onun içindir ki;
Cumhuriyet tarihimiz içerisinde, toplumsal karşılık ile hayat bulan kazançların
en önemlilerindendir AP, ANAP ve AK PARTİ.
Bütün saldırılara,
ihanetlere, belli belirsiz darbelere ve gelişmelere rağmen, ülkedeki vesayet
tablosundan, demokratik bir cumhuriyete geçiş için, verilen mücadele olmuştur
bu oluşumlar.
Evet, yapıcı analiz ve eleştiriler ile önümüze serilen bazı
noktaları göz ardı edemeyiz.
Örneğin bugün, alabildiğine hızlanan, seküler bir yönelime
karşı bir set oluşturulamadı belki. İktidarın varlığıyla obezleştiği söylenen
dindar seçkinlerin ve kitlelerin dünyevileşmesi, ideallerini yitirmesi ve tüm
bunlar, Müslüman çerçeve içinde takdim edilen siyasî kimliğin itibar kaybetmesi
olarak takdim edilse de, her şeye rağmen verilen mücadele ile ülkenin, insan
hak ve özgürlüklerine dayalı, demokratik bir yapıya kavuşturulması
hedeflenmiştir.
Her ne kadar,
bürokrasi de atanmış bir kısım yöneticilerin, ciddi anlamda suiistimalleri ve
bu suiistimallerin yarattığı bir obezleşme var ise de hukuk çerçevesinde tüm
bunların karşılıklarının en sert şekilde verileceği bilinmelidir.
Gücünü halktan alan kadro hareketlerinde, önyargılar değil,
ilkeler; tekelci akıl değil, kolektif akıl hakimdir.
Bugün, yapıcı
eleştiriler olarak baktığımız bu noktaları baz alarak, ülkede güven bunalımı
yaratmak isteyenler, ülkenin en büyük problemdir aslında.
Ülke, yaşatılmak istenen güven bunalımı ile küresel
sinyalizasyona yeni bir olasılık formülü olarak eklenmek istenmektedir.
Devletin halka, halkımızın da devlete güveninin tesis
edildiği, halkın talepleri ile siyasetin gündemi örtüştürüldüğünde görüldü ki,
Türkiye'nin, uluslararası yarışta zirveye doğru yürüyüşü kaçınılmaz olmaktadır.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesinden hareketle,
bugün Türkiye'yi, herkes için yarınlarından emin olacakları, büyük bir umut
haline getirmenin, olmazsa olmaz mücadelesi verilmektedir.
Din, dil, mezhep, bölge, etnik köken ve cinsiyet farkı
gözetmeksizin bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birinci sınıf vatandaş
olarak görüp ve kucaklanması olmalıdır nihayi hedef.
Tarihi tecrübemizden süzülerek gelen farklı olanların bir
arada barış içinde yaşama kültürü de bundan başka bir şey değildir.
Haklı zayıfları,
haksız güçlülere karşı korumak, vazgeçilmez evrensel bir prensiptir. Bu
nedenle bir kısım veya kesimin huzur ve mutluluğunu değil, herkesin huzur ve
mutluluğunu sağlamasıdır önemli olan.
Bir kısım veya kesimin mutluluğunu isteyenlerin, hayal
ettiği karanlık bir Türkiye'dir flu ve reçetesiz tüm çalışmalar.
Son yirmi yıldır hayata geçirilmek istenen yönetim
anlayışında, devlet, buyurganlık bakımından iri ve hantal bir devlet değil,
kaliteli hizmet üretme işlevi ve etkinliği açısından güçlü bir devlet olmaya
doğru hızla ilerlemektedir.
Ülke bütünlüğü ve milli egemenliğe saygı çerçevesinde, dayatan,
direten, rant dağıtan bir devlet değil; düzenleyen, denetleyen, fırsat yaratan,
teşvik eden ve yol gösteren bir devlet, 21. Yüzyılın, hakim demokratik
anlayışının bir gereğidir.
Ülke insanının karnı tok, sağlıklı, eğitimli, huzurlu
olması, insanca yaşayabileceği bir hayat standardına kavuşturulması, yarınından
emin, devletine, birbirlerine ve kendilerine güvenen bireyler haline
getirilmesi siyasi iktidarların varlık sebebidir.
Artık Türkiyeli olma diye bir olgu vardır. Samimiyetle,
azimle aydınlık ufuklara doğru bir yürüyüş ve bu yürüyüşün Varış noktasındaki ONUR VE GURUR, ülkede yaşayan tüm herkese
ait olacaktır.
Toplumsal merkezin,
siyasetin merkezine taşındığı bir sistem, siyasi yönetimin en önemli
hedeflerindendir.
Cumhuriyet
tarihimizin bu yürüyüşü, Anadolu insanının, evrensel insanlık camiasında
layık olduğu yeri alması için, dürüst, ilkeli, yerli, değerler konusunda
hassas, küresel dinamiklerin farkında, yaşadığı coğrafya ve çağı çok iyi
kavrayan kadrolar tarafından hazırlanmış bir “demokratikleşme, Gayret,
alın teri, ilkeli siyasi irade, kararlılık ve atılım” yürüyüşüdür.