Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.25
Gram Altın
2963.66
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Haziran 2024

​Siyâsetnâme'den Mukaddime'ye bilgi hazinelerimiz

Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’si, İbn Haldûn’un Mukaddime’si, Hoca Mesud’un Süheylü Nebahâr’ı, Kapı Yayınları’ndan vitrinlere çıktı.

Yayın dünyamızda kültür hayatımıza kazandırılan kitaplar arasında beni en çok sevindirenler, Türk ve İslam klasikleridir. Zira bu eserler, asırların eskitemediği, zamanların pörsütemediği bilgi hazineleridir. Onlar her zaman, her dem tazedir ve her vakit okunup istifade edilecek başucu eserlerdir. Kapı Yayınları’ndan kültür hayatımıza kazandırılan Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’si, İbn Haldûn’un Mukaddime’si, Hoca Mesud’un Süheylü Nebahâr’ı bu irfan defineleri arasında öne çıkıyor.

SİYÂSETNÂME: SİYERÜ’L-MÜLÛK

Büyük Selçuklu Veziri Nizâmülmülk, hem Muhammed Alparslan’a hem de oğlu Sultan Melikşah’a vezirlik yapmış iyi bir devlet adamıdır. Sadece devlet otoritesi değil bir fikir, ilim ve din adamıdır aynı zamanda. Bilhassa İslam kültür ve medeniyetine vukufiyeti ile tanındığı gibi İslam ülkelerinin ve bilhassa Selçuklu Devleti’nin teşkilat yapısını en iyi bilen bir şahsiyettir. Onun yüzyıllardan beri okunmakta olan Siyâsetnâme’si, ufuk açıcı metniyle ve yol gösterici vasfıyla hem devlet adamlarının dikkatini çekmiş, hem de meraklıların gözde eseri olmuştur. Yaşadığı devrin en meşhur veziri olan Nizâmülmülk, devlet çarkının işleyişini mükemmel bilen, uygulayan ve bunu tarif eden bir bilge kişi olarak da kabul edilmiştir. Bu bakımdan Siyâsetnâme, tecrübelerden süzülen bir akıl, fikir ve hikmet kitabı olarak klasik bir hüviyete bürünmüştür. Fatma Kopuz Çetinkaya’nın tercüme ettiği eser, Siyâsetnâme olarak meşhur olduysa da asıl ismi Siyerü’l-Mülûk’tur. Siyaset ilminin ve teorisinin temel metinleri arasında gösterilen başeserde, “Devlet nasıl yönetilmelidir? Devlet başkanının vasıfları nelerdir? Halka bakışı ne olmalıdır?” gibi sorulara cevap aranmaktadır. Bunların yanı sıra adalet, istişare, mali yönetim, haberleşme, saray muhafızları ve ordunun ihtiyaçları da aydınlatılan konular arasında. Devletin varoluş felsefesinin temellendirildiği Siyâsetnâme, ayetler, hadisler ve hikâyelerle örülmüş olup tamamıyla bir öğüt, teklif ve yol gösterme kitabıdır. Bu kılavuz eser, “Devlet umuru şuuru taşıyanlar” için klasik bir rehber hüviyetine sahiptir. Müellif burada peygamberlerin örnek hayatlarından, padişahların ve sultanların yaşayışlarından ibretamiz kıssaları, hisse alınsın diye naklediyor. Herkesin rahatlıkla okuyabileceği eser, 50 fasıldan meydana geliyor. Bu seçkin eser, “Bismillahirrahmanirrahim. Rabbi yessir velâ tuassir” diye başlıyor ve gürül gürül akıp gidiyor.

İBN HALDÛN VE MUKADDİME

İbn Haldûn’un bazı sözleri, birer atasözü gibi zihinlerimize, kitaplarımıza, yazılarımıza ve konuşmalarımıza yerleşmiştir. “Coğrafya kaderdir.” sözü gibi. İbn Haldûn İslam dünyasının yüz akı müelliflerinden, iftihar edilecek âlimlerindendir 1332 yılında Tunus’ta doğan 1406’da Kahire’de vefat eden bu bilgenin kitapları arasında öne çıkan ve asırlardır okunan baş eseri şüphesiz Mukaddime’dir. İki cilt hâlinde Kapı’dan çıkan eseri günümüz Türkçesine Evren Levent Demir çevirdi.

“Önsöz” şu satırlarla başlıyor: “Basiretli gözlere sahip âlimlerce de bilinir ki tarih ilmi, muteber ilimler arasındadır. Tüm ümmetler ve nesiller, bu ili tahsil etmek için yollara düşer ve bu uğurda mal ve paralarını sarf ederler.” Alt satırlarda ise tarih ilmine ve tarihle uğraşanlara yapılan methiyeleri okuyoruz: “Tarih, asil ve hikmetli ilimlerden biri olup, sayılı ve müstakil bir ilim olmaya lâyık yüce bir sanattır. İslâm devletinde eserler kaleme almış önde gelen tarihçiler, geçmiş günlerin haberlerini bir araya getirip satır satır defterlere geçirerek işin gerçeğini ve mücerred hakikati ortaya çıkartmakta kusur etmediler.” Eserin sayfaları, bu minval üzere gözümüzün önünden, gönlümüzün içinden geçip gidiyor.

Birinci kitapta, yeryüzünde kurulan dünya medeniyeti ve onun üzerinde süren hükümranlıklar, saltanatlar, maişet yolları, ilimler ve sanatlar ile bunların ortaya çıkmasını sağlayan vesileler anlatılıyor. İkinci kitap ise başlangıçtan itibaren Arap kabilelerine ve meydana getirdikleri çeşitli devletlerin/toplulukların tarihine dairdir. Bunlar anlatılırken aynı devirde yaşamış olan yeryüzündeki diğer bazı devletlerden ve topluluklardan da söz ediliyor. Mesela, Fârisiler, Süryanîler, Nabatlar, Kıptîler, Yunanlar, Romalılar ve İsrailoğulları.

SÜHEYL Ü NEVBAHÂR

Hoca Mesud’un kaleme aldığı Süheyl ü Nevbahâr, Doğu Klasikleri’nin unutulmazları arasındaki yerini almıştır. Mehmet Gedizli’nin yayına hazırladığı kitap, bir “aşk mesnevisi” olarak kabul edilmiştir. Eserin tanıtımında şu satırları okuyoruz: “Bu bir aşk mesnevisidir. Yemen padişahının oğlu ile Çin fağfurunun kızı Nevbahâr hakkındadır. Fakat her aşk hikâyesinde olduğu gibi sembollerle örülmüştür. Aşk, nasihat için hem bir vesile hem de sebeptir. İnsanı eğitip hayata hazırlamanın yoludur hikâye anlatmak Doğu’da. Güzelden güzelliğe, olaylardan hakikatin özüne bitmez bir akıştır bu. Aşk ile aklı başından gidenler için bir rehberdir.”

TESAVİR-İ RİCAL

Tesavir-i Rical, gazeteci ve popüler tarihçi Ahmed Refik Altınay’ın kitabıdır. Meryem Sümeyye Karaca yayına hazırlamış. Kitapta Tarhuncu Ahmed Paşa, İbşir Mustafa Paşa ve Humbaracı Ahmed Paşa hakkına kaleme alınmış biyografiler var. Bu tercüme-i hâllerde, adı geçen paşaların hayatları, devlet görevleri, hizmetleri, hususiyetleri ve eserleri etraflı bir şekilde anlatılıyor. Çiçek Hanım’ın Rüyaları, Beşir Ayvazoğlu’nun yeni eseri. “Muradiye Hikâyeleri” alt başlığıyla okura sunulan kitabın arka kapağında şu satırları okuyoruz: “Beşir Ayvazoğlu, birbiriyle ilişkili olmakla beraber bağımsız metinler olarak da okunabilecek sekiz tarihî hikâye ile Fâtih devrinde karşı karşıya gelen iki farklı estetiğin çatışmasını ve Osmanlı tarihinin en can alıcı meselesi olan ‘kardeş katli’ni birlikte sorguluyor. Üç bölümden oluşan bir üst hikâyenin birbirine bağladığı hikâyelerin odak noktası, Bursa’da, aralarında Cem ve Mustafa’nın da bulunduğu çok sayıda şehzadeyi misafir eden Muradiye…” Gündemden hiç düşmeyen ve bugünlerde daha da bir hararetlenen ‘aile’ kavramı üzerinde sağlıklı biçimde düşünen aydınlarımızdan biri de Erol Göka’dır. Aile ve Aşk Üzerine isimli eserinde bugün toplumun en can alıcı meselelerine dikkat çekiyor. “Son Söz”deki şu satırlar hepimizi sarsmaya yeter de artar bile: “Bugünün kadın-erkek ilişkileri ve mahremiyet yaşantıları öylesine köklü değişimler geçirdi ki âdeta insanlığın önceki zamanlarıyla hiçbir ilişkimiz kalmadı.” Hem Türkiye’de hem de dünyada insanoğlunun dramatik hâllerini ve serencamını ortaya koyan yazar, kitabın son satırlarında yine de umudunu terk etmiyor, hepimize mühim vazifeler düştüğünü bize şöyle hatırlatıyor: “Yapacak çok iş var. Hepimiz yeni ve güzel bir dünya için bize düşen görevin bir ucundan tutmalı, bir yerinden çaba göstermeye başlamalıyız. Umarız bu kitap bizim ve bu konuda çaba gösterecekler için iyi bir başlangıç olur.” Her üç eser de Kapı Yayınları’ndan kültür hayatımıza kazandırıldı.

VATAN BELDELERİNE SEYAHATLER

Nahid Sırrı Örik bizim belki de en fazla gezen ama gezip gördüğü yerleri yazan edebiyatçılarımızdandır. 2000’li yıllarda kaleme aldığım Kayıp İstasyon kitabımda hayatına, fikirlerine ve eserlerine geniş bir bölüm ayırdım. Nahid Sırrı’nın Anadolu’da Yol Notları, Bir Edirne Seyahatnamesi, Kayseri Kırşehir Kastamonu isimli kitaplarını yıllar önce okumuştum. Gezip gördüğü yerleri en iyi anlatan kalem erbabındandır Örik. Bunların dışında gazete ve dergilerde kalmış yazıları olduğunu biliyordum. Bugünlerde Vatan Beldelerine Seyahatler adıyla yayımlanan eserini gördüğümde bir hayli sevindim. Zira bahsettiğim üç seyahat kitabının yanı sıra diğer gezi yazıları da bu esere eklenmişti. Bahriye Çeri’nin titizlikle derlediği eser, bu bakımdan bir bütünlük arz ediyor. İşin iyi ve doğru tarafı, kitapta bazı önemli düzeltmelerin dışında yazarın üslubuna dokunulmamış ve sadeleştirme yoluna gidilmemiş olmasıdır. Nahid Sırrı, çocukluğunda gördüğü Karadeniz sahillerini, Maarif Vekâleti’nde mütercimlik yaparken görev aldığı Anadolu şehirlerini pek güzel anlatır. Tabii sadece vazife dolayısıyla değil kendi isteğiyle gittiği talihli beldeler de bu yazılarda dile gelir. O zamanki şartlarda Anadolu’da seyahat etmenin kolay olmadığı malum. Ama Örik, bu meşakkatli yolculukları da şikâyet etmeden, serzenişte bulunmadan, güzel ve tatlı bir biçimde anlatmakta, bizi geçmişte yaşanmış nefis yolculuklara davet etmektedir. İyi bir gözlemci olan yazar, anlattığı bölgeler hakkında başka yerli veya yabancı yazarların daha önce kaleme aldıkları metinlerden de örnekler sunmakta, bize mukayese fırsatı tanımaktadır. Bu eserle birlikte El Mütenebbi’nin seçilmiş şiirlerinden oluşan İnsanın Şarkısı da Everest Yayınları etiketiyle okura ulaştı. Büyük şarkiyatçı ve Türkolog Annemarie Schimmel’in İki Renkli Sırma Farsça Şiirin İmgeleri isimli eserini ise çeviren Can Özelgün. Bu eser ve İkbal Bayrak’ın Aşkın Kapısı romanı, Alfa Basım Yayım Dağıtım’dan çıktı. Yayınevleri, büyük emeklerle hazırladıkları kıymetli kitapları bize kazandırmaya devam ediyorlar, okumalıyız.