Siyasetin kıskacında çözüm süreci
Türkiye’nin siyaset sahnesi son günlerde Cumhur İttifakı’nın Kürt meselesi etrafındaki manevralarıyla meşgul. Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında sergilediği sıcak tavırlar, bazı çevrelerde “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusunu akıllara getirdi. Ancak bu durum, sahici bir barış arayışından çok, dar siyasi hesapların ve ittifak içi çekişmelerin bir sonucu olarak görülmeli.
Bahçeli’nin “jestleri” Çözüm Süreci mi Yoksa İttifakı
Kurtarma Çabası mı?
Bahçeli, bugüne kadar Kürt sorunu ve çözüm süreci
konularında oldukça katı bir tavır sergilemiş bir siyasetçi. Ancak son günlerde
HDP’den ayrılarak kurulan Demokrasi ve Eşitlik Partisi’ne (DEM) yönelik sıcak
tavırları, gözlerden kaçmadı. Bu tavır değişikliğinin ardında ne var? Barış ve
çözüm arayışı mı yoksa Cumhur İttifakı’nın geleceğini güvence altına almak için
atılan bir adım mı?
Türkiye’de çözüm süreci, ülkenin hem iç siyasetinde hem de
toplumsal yapısında derin izler bırakmış bir olgu olarak, zaman zaman yeniden
gündeme geliyor. Geçmişte PKK ile yürütülen müzakere süreci, barış ve çözüm
arayışlarının toplumsal bir karşılık bulabileceğine dair umutlar yeşertmişti.
Ancak 2015’te sürecin sona ermesiyle birlikte, bu umutlar yerini bir kez daha
çatışma ve güvenlik politikalarına bıraktı. Peki, bugünkü siyasi ortamda yeni
bir çözüm süreci başlar mı? Yoksa bu konu, sadece iktidarın dar siyasi
hesaplarının bir parçası olarak mı tartışılıyor?
2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, PKK’nın
silah bırakması ve Kürt kimliğinin tanınması gibi taleplerin müzakere
edilmesiyle önemli bir ivme kazanmıştı. Ancak 2015’te yaşanan Suruç ve
Ceylanpınar saldırıları ile çözüm süreci rafa kaldırıldı ve Türkiye, bir kez
daha güvenlik odaklı bir politika izlemeye başladı. Bugün gelinen noktada ise
çözüm sürecinin yeniden başlaması, iktidarın Kürt meselesine dair
politikalarını nasıl şekillendireceği sorusuyla doğrudan bağlantılı.
Bu güvenlik odaklı politika, AK Partinin Güneydoğu ve Doğu
Anadolu’daki tabanını erozyona uğrattı. 2015’e kadar bölgede belirli bir
desteği olan AK Parti bu tarihten sonra bölgedeki gücünü kaybetti ve yerini
HDP’ye bıraktı. Dolayısıyla, AK Partinin bölgedeki seçmen kaybını telafi etmek
için siyasal politika odaklı yaklaşımını değiştirmeden Kürt meselesine dair bir
çözüm arayışı içine girmesi oldukça güç. Aksi takdirde, bu politika değişikliği
MHP ile olan ittifakını zedeleyebilir.
Cumhur İttifakı’nın Kürt meselesine yaklaşımı, daha çok
milliyetçi söylemler ve güvenlik politikaları üzerinden şekilleniyor. MHP,
çözüm sürecine her zaman karşı çıkan bir parti oldu ve bugün de bu tutumunu
sürdürmekte. Bahçeli’nin, Meclis açılışında sergilediği jestlerin çözüm süreci
gibi kapsamlı bir projeyi desteklediğini söylemekse hayalcilik olur. Zira Bahçeli,
HDP ve DEM gibi partilere yönelik “Türkiye partisi olun” çağrısında bulunsa da,
bu çağrı daha çok sembolik bir nitelik taşıyor ve sahici bir açılım içermiyor.
Bugünkü siyasi ortamda, Kürt meselesi ve çözüm süreci
konusundaki tartışmalar, daha çok siyasi dengeleri koruma ve seçim hesapları
çerçevesinde ele alınıyor. AK Parti Kürt seçmenin desteğini yeniden kazanmak
istese de, MHP’nin varlığı ve güvenlik politikalarına sıkı sıkıya bağlılığı bu
olasılığı büyük ölçüde sınırlandırıyor. Türkiye’nin Kürt meselesine dair
kapsamlı bir çözüm sürecine girmesi için öncelikle ittifakın yapısal
dinamiklerinin değişmesi, güvenlik politikalarının yumuşatılması ve Kürt
meselesinin bir siyasi pazarlık unsuru olarak kullanılmaktan vazgeçilmesi
gerekiyor.
Ancak, mevcut durumda AK Partinin bu yönde bir adım atması
mümkün görünmüyor. Cumhur İttifakı’nın temel taşlarından biri olan MHP’nin
tavrı, bu sürecin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Dolayısıyla, yakın
vadede yeni bir çözüm süreci beklentisi, daha çok siyasi bir fantezi olarak
kalacak gibi görünüyor. Türkiye’nin bu konuda somut adımlar atması, ancak
ittifak dengelerinin değişmesi ve Kürt meselesine dair daha kapsayıcı bir bakış
açısının geliştirilmesiyle mümkün olabilir.
Bu nedenle, Türkiye’de yeniden bir çözüm süreci başlaması
kısa vadede pek olası görünmüyor. Ancak, siyasette her zaman dengelerin hızla
değişebileceği ve sürpriz gelişmelerin yaşanabileceği unutulmamalı. Yine de
mevcut tablo, çözüm sürecine dair umutları oldukça zayıflatıyor.
Pekâlâ çözüme ve barışa dair bir ümit yok mu? Yazının
başından bu yana açık veya örtük bir şekilde ümitsizlik vurgusu hâkim. Bu
ümitsizliğin öznel bir kanaat veya kişisel bir karamsarlık olmadığını ifade
edebilirim. Hatta bu yazının okurları bile mevcut siyasal dengelere ve siyasetçilerin
eylemsizliklerine bakınca ileriye dönük bir ümitsizliğe kapılıyordur.
Toplumsallaşmış ve oldukça kavi bir karamsarlıktan bahsediyorum aslında. Bu
karamsarlığın sebebi Cumhur İttifakının yapısı mı? Yani sırf MHP ve Ak Parti
ittifakından ötürü mü bu denli ümitsiz herkes?
Eğer herkes bu kadar ümitsiz ise, Ak Parti ve Bahçeli bu
adımı niye attı?
Bu soruların cevabını gelecek yazıya bırakalım.