Siyasetin dili
“Çokluk denizinde yunmak herkese vergi değildir; bir sanattır kalabalığın tadını çıkarmak.”Baudler aslında kendi yalnızlığını, kalabalıklar içindeki duruşunu böyle anlatır rahmetli Alaeddin Özdenören’e göre.
Yine “Eriyen kar gibi ol kendini kendinle yıka” diyor Celalettin Rumi hazretleri.
İnsanın kendine dönmesi zordur elbet. Hele ki kalabalıklar içinden, arkasından binlerce, yüzbinlerce insanı sürükleyen siyasetçilerin kendilerine yürümeleri nasıl olur bilmiyorum. “En uzun yoldur insanın içi” derken Cahit Zarifoğlu, içsel yolculuğun ne denli meşakkatli ve zorlu olduğunun, en zorunun insanın kendisine yürümesinin altını çizer.
İnsan niye kendine yürür. Kendini inşa etmek için yürür, kendini ıslah etmek için yürür ve en önemlisi kendini bulmak için yürür. Ama şimdi insan kendisinden çok her yere seferlere çıkıyor. Herkesin özeline rahatlıkla, şeffaflaşmış, mahremiyetten uzak zamanları yaşarken yürüyebiliyor. Ve kendinden ne denli de uzaklaştığının farkına varmıyor.
Son dönemlerde kızışan siyasetin bizleri ne denli yıprattığını bir kez daha düşündüm. Arkamızdan gelen kuşaklara bırakacağımız temiz yarınlar, erdemli duruşlar için söylemlerimize, tavırlarımıza ne denli dikkat etmemiz gerektiğini anladım.
Akşam liseye yeni başlayan küçük kızım, “Anne neden bu denli birbirlerini eleştirip, herkes bu şekilde hitap ediyor, buna hakları var mı, karşılıklı olarak haklı da olsalar kimse böyle birbirine hitap etmemeli” diye üzüntülü bir şekilde bizimle duygularını paylaştı. Daha doğrusu bir tepkisini ortaya koydu.
Belki diyorum ya siyasetin kızışmaya başladığı şu dönemlerde herkesin kendini toplumun önüne attığı ve arkasından binleri sürüklemek ister gibi diğer tarafı, muhalifini her anlamda çürütmeye çalıştığı bir zamanda “dilin kemiği yok” derler ya işte öyle bir hal ile bir sesleniş, bir konuşma üslubu var oluyor.
“İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden” diyor ya yakın zamanda kaybettiğimiz Usta Nuri Pakdil. Aslında bu sözün üzerine yazılacak pek bir şey de kalmıyor. Ne olursa olsun gençliğimizi kuşatma onlara seslenişimizle sahip çıkma zamanlarındayız. Yoksa elimizden bir bir kayıp gidiyor, karanlığa akan yıldızlar gibi gençliğinin baharını yaşayanlar.
Siyasetin dili diyorum ama bu her kesimi kaplayan bir dildir. Eğitimciyi de kapsıyor, aile içinde annenin, babanın seslenişini de kapsıyor bu dil. Toplumsal anlamda sesini, sözünü, hitabını ulaştırmaya çalışan ve muhatap arayan her kim varsa seslenişine, diline, üslubuna dikkat etmek zorundadır diye düşünüyorum.
Yaşadığımız zamanlarda her şey dönüşüp, hızla değişiyor. Arkadaşlıklar, dostluklar, aile ilişkileri nedense hep eski zamanlarda gibi yaşanmıyor diye şikâyetçi oluyoruz.
Evet, her şey değişip dönüşürken, bizi biz yapan değerlerimiz de elimizden bir bir kayıyor sanki. Dil üzerine buraya bir edebiyat duyarlılığıyla bir yazı yazma niyetim yok. Çünkü hem vakit hem yer dar. İletişim çağında yaşayan bireyler olarak ne yazık en iletişimsiz bir dönemi idrak ediyoruz. Artık evlerde odalara kendilerini kapatan gençler, maişet kaygısıyla gecenin geç saatlerine kadar eve dönmeyen babalar, belki anneler var evlerde ve artık sofra başlarında buluşmalar olmuyor.
Siyasetin dilinin önemli olduğunu düşünüyorum. Önderlerimiz, öncülerimiz, seçilmişlerimizi, gençliğin arkalarından gelecek olan bir neslin önünde konuştuklarını düşünerek daha tutarlı, daha erdemli bir duruşla üslup olarak kendilerine yakışanı yapmalılar diye düşünmekteyim. Çünkü bu topraklarda yaşayan insanımızın temiz siyasi duruşa ihtiyacı var. Kirlenmemiş, kinlenmemiş bir ahlaki yapıyla, gençlerin karşılarına çıkmaları gerekiyor sorumlu tüm siyasilerimizin. Nihayetinde her şey geçicidir, makamlar, mevkiler. Ama duruşlar ve söylemler hep hatıralarda yer eder. Rahmetli Adnan Menderes idamla yargılanırken bile nezaketini korumuştur. Yine o dönemin milletvekili Tevfik İleri’nin tüm siyasetçilerimize örnek olabilecek sadelikte ve soylulukta bir yaşantısı vardır.
NAİM’İ İZLEYELİM
Naim filmine geçen akşam ailece gitmek nasip oldu. Film bizi gençliğimize, doksanlı yılların başına taşırken heyecan ve gözyaşıyla izledim diyebilirim. Kimlik, aidiyetlik, milli ve manevi değerlerin işlendiği film amacına ulaşmış diyebilirim. Bulgaristan sınırları içindeki Müslüman halka yapılan tüm zorbalıklar ve asimilasyonların nasıl can yaktığı işleniyor.
Naim Süleymanoğlu’na rahmet diliyorum. O da şahsında gösterdiği başarıyla, imkânsız hiçbir şey yoktur, yeter ki isteyin demek ister gibi sesleniyor sanki gençliğe… Zor ve meşakkatli şartlarda güçlü aile bağları ve komşuluk ilişkileri ile Müslüman kimliğin ne denli önemli olduğunun ve çekilen tüm acıların dünyaya duyurulmasının anlamını vurguluyor yönetmen. Tabi burada Naim çok önemli bir görevi üstlenmiş bir halde çıkıyor insanlığın karşısına. Yaptığı spor ile aldığı tüm madalyalar ile bağlı olduğu değerlere sıkı sıkıya kuşanmış bir genç insan. Günü geldiğinde ona sunulanları elinin tersiyle itecek vatanını, milletini, maneviyatını seçerek Türk topraklarına iltica edecektir. Büyük bir başarı ve hüzünlü ayrılıklar ve zorlu mücadeleyle örülmüş filmi tüm çocuklarımız ve gençlerimiz izlemeli diye düşünüyorum.
Selvigül Kandoğmuş Şahin