Siyaset ve Sertlik-2
Kendini bir amaca adamış her eylem takdir edilmeye değerdir ve siyaset bundan vareste değil. Bütün sertliğine, kabalığına rağmen kendine ulvi bir amaç belirleyen siyaset sonuçları itibariyle elbette zarafete zemin de hazırlayabilir. Diğer bütün alanların görünür koruyucusudur çünkü o. Siyasetin koruyuculuğu kalktığında ne sanattan ne edebiyattan ne de kültürün diğer inceltilmiş öğelerinden bahsedilebilir. Bununla birlikte kötü siyaset kötü zevkin, kötü modanın, kötü sanat ve edebiyatın oluşmasının sebebine de dönüşebilir. Her şeyde olduğu gibi burada da yola çıkanların yolun sonunda nereye varmak istedikleri oldukça önemlidir.
Siyaset, bir anlamda kolluk gücünün kemiksi dokusu üzerine yayılmış ince bir tabakadır. Kaslar, damarlar, sinirler ve ten nasıl etrafını sardığı ve üzerini örttüğü kemikten güç ve ilham alıyor, bir anlamda onun bıraktığı boşluğu doldurma gayreti güdüyorsa, bir güç mücadelesi olarak siyaset de ilhamını toplumun ona verdiği vekaletten alır, o vekaletin gücüyle varlığını sürdürür.
Siyasetin, siyasal aklın ve siyasetçinin sanatçıya bakışındaki ağır ironi ve tahfif edası aynı zamanda esneklik ve yumuşaklığa, onun şahsında nezaket ve zarafete yönelik bir taarruzdur: Kaba güç gösterisinin alanına çiçekler, güller, çimenler sokulduğu anda ironi başlar çünkü. Belki orada sadece saplara, dikenlere, çalılara ve odunlara ihtiyaç vardır. Nemin, yeşertinin, yüzey ışıltısının asla nüfuz etmeyi başaramadığı; sertliğin, kuruluğun, kabalığınsa oradan hiç ayrılmadığı tuhaf bir zemindir siyaset… Ötekilerse, tıpkı duygusal özneler gibi kenarda bulunmayı hak ederler. Güreşin yakıcı etkisinin hiç eksilmediği bir alanda çim kalır mı? Kavganın olduğu yerde ot biter mi? Karşılaşmanın olduğu yerin ancak kıyısı yeşerir ve yeşerti hep kıyıda durur. Ortadaysa kızıl kıyamet bir savaşa hak tanınır ancak. Kılıç seslerinden yaprakların ürperdiği, tepinmelerden tozun dumana karıştığı, atılan naralardan boşluğun alev aldığı, bakılan her yüzde ya ölümcül bir korkunun yahut ateşe bulanmış bir zafer edasının yansıdığı ama hep kanın, gözyaşının, galibiyet ve mağlubiyetin gölgesinde büyük yorgunluklara karışan hırsların olduğu bir alanda duruluk çiçeği açar mı?.. Tene yumuşakça değen güneşler yoktur burada, değdiği an teni kabartan, yakan dokunuşlar vardır. Yanaklara üfleyen hafif yeller yoktur burada, esti mi kasırgaya dönüşen ve yakaladığı her ağacı kökünden sarsıp yere seren büyük uğultular vardır. Şırıl şırıl akan dereler yoktur burada, kulağı sağır edercesine, gözü yerinden fırlatırcasına, dünyanın bütün güzelliklerini önüne katıp götüren seller, seylaplar vardır. Büyük işlerin, büyük kavgaların, büyük yükseliş ve düşüşlerin alanıdır siyaset, büyük sadakatlerin, büyük ihanetlerin, büyük adamların… Küçük buradan içeri giremez. Küçük işler, küçük işçilikler, gelip geçici ağız dalaşları, anlık itiş kakışlar, ben de kendimce bir şey başardım hisleri, yenildim ama ezilmedim tesellileri, elbet benim de bir aklım var avuntuları, olsun, bir dahaki sefere de iyilik yaparsın geçiştirmeleri hep dışarıda kalır siyaset içeri girerken. Zayıflara yer yoktur burada. Siyasetin doğal seleksiyonu zayıfları dışarıda, sanatın, kültürün, edebiyatın ya da yaşamın küçük uğraşlarının alanında bıraktırır.
Siyaset hayatın kemiksi tarafıdır, omurgası… Cazibesi de buradan gelmektedir. Devlet vücuda benzetilirse siyaset onun omurgasıdır. Toplumu ayakta tutar, yığılmasının önüne geçer, her bir organın kendine özgü işlevi yerine getirmesinin yollarını geliştirir. Genelleyicidir, genele hitap eder, genelin temsilini yapar. Hayat hep kıyısında kalır onun. Sağında yahut solunda yeşerir yumuşaklık… Toplumları bir yerden başka bir yere vardırmak, onlara menzil belirlemek hep siyasetçiye düşer bu yüzden. Kimi güzel iklimlere taşır onları, kimi bitimsiz bataklıklara. Her yolculuk zordur buna rağmen, baharlara, bahçelere gitmenin de bataklığa saplanmanın da yorgunluğu aşan bir tarafı vardır.
Kimi insanlar gibi kimi toplumlar da o kadar batmışlardır ki siyasetin içine, yeşerecek hiçbir zemini kalmaz o toplumların. Ayak izlerinin ha bire dövdüğü topraklarda çimler nasıl yeşersin ki? Alabildiğine kahverengi görünür bu ülkelerin toprakları. Başka bazıları ise siyaseti sadece siyasetçilere bırakır. Bazı yerleri yozdur o yüzden bu memleketlerin, bazı yerleri ışıl ışıl… Yolları vardır, bir yerlere vardırır, kenarındaki börtü böcekse yolu daha bir anlamlı kılar. Tepişmeye de yer vardır, oturup dinlenmeye de. Biçilmiş otlar alanı da mevcuttur, gölgesinde oturup derin düşlere dalmaya müsait bahçeleri de…
Sağlıklı toplumlar, sağlıklı vücutlar gibidir. Sertlik de yumuşaklık da kendine düşen payı alır, kendine düşeni kabullenir, kendine düşen görevi ifa eder ve bunun dışına çıkmaz. Siyaset de kültür de sanat ve edebiyat da kendisi için belirlenmiş alanda, kendisine ait işlevi yerine getirir. Biri ötekinin sınırlarına çok fazla girmez. Bu sebepten her siyasette biraz estetik, her estetikte biraz siyaset vardır. Siyasetçinin belli oranda bir retoriği ve ahlakı, sanatçının ise belli ölçüde bir dünya görüşü ve siyasal duruşu vardır.
Elbette bir profesyonel ve aydın sorumluluğundan bahsedilmelidir ve yeri geldiğinde sanat adamı da siyaset hakkında, edebiyat adamı da hayatın merkezini belirleyen konularda görüşlerini ifade eder, yanlışa yanlış, doğruya doğru deme cesaretini gösterir. Sorun, ideolojik bağnazlıkla yanlışı doğru gibi görüp gösterme, doğruyu yanlış gibi görüp göstermedir. Siyaset rüzgarı ne kadar sert eserse essin belli bir esnemenin ardından tekrar doğrulmasını bilen istikamet sahibi insanlara ihtiyaç var. Yoksa dik duracağım düşüncesiyle kırılıp dökülenlere ve rüzgar daha esmeden başlarını toprağa gömenlere değil… Siyasetin hayvani içgüdüsünü ehlileştirecek, hayvani içgüdünün göze yerleştirdiği at gözlüklerini de çıkarıp atacak olanlar bunlardır, sadece bunlar…