Siyaset ve Sertlik-1
Canlılık emaresi gösteren bütün varlıklarda sentez mevcuttur. Ve her sentez varlığını bir ölçüde feragate borçludur. Feragat yoksa hayat da yoktur. Sertlik ölümle ilgilidir, esneklik hayat ile... Sertlik ile yumuşaklığın harmanlandığı yerde filiz veriyor hayat. Taş tamamen sert, hava tamamen yumuşak olduğu için canlı değiller. Ateş ve su sertlik ve yumuşaklıktan taviz verdiği için mayalanıp canlılığın zeminini yaratıyor. Bitkiler sentezin ürünüdür, hayvanlar ve insanlar da… Yüklem de kip de sentezin ürünüdür. Ölüm bir sentezlik kaybıdır. Canlılarda umumiyetle merkez belli bir sertlikle donanmışken kıyı ve çevre o sertliğe derinlik ekleyen yumuşak dokularla bezenmiştir. Bitkiler, hayvanlar ve insanlarda merkezdeki kemik ve metalik anatominin oluşturduğu omurgayı uçlardaki yumuşak ve esnek dokulu sinirler, tene özgü estetik görüngüler dengeler.
Düşünceler alanı da böyledir. Hepsinin varlık sebebi ve ortak paydası olan inanç bir tarafa bırakılırsa merkezdeki siyaset omurgasını, uçlarda ahlak ve sanat dengeliyor. Bir anlamda omurgayı ayakta tutan siyasetin uzantıları olan kemik dokusu kolluk güçleri, onların üstünü örten yapılar ise toplumda şu ya da bu şekilde yankı bulan ahlak, sanat, edebiyat kültür öğeleri olarak kendine yer buluyor. Ahlak ve sanat ayakta durabilmek için kolluk gücü ve siyasete ihtiyaç duyarken, sanat ve ahlaktan mahrum bir siyaset alanı da inceliğini yitirmiş, kaba hatlardan oluşan bir minyatüre benzer.
Sanat ve edebiyat belirgin biçimde katarsisin ürünüyken siyaset mimesisin alanıdır, fizyolojinin ve kaba içgüdünün alanı… Sertliği buradan kaynaklanmaktadır. Sertliğe izin veren siyaset ontolojisinin varlık gerekçesi de sertliği reddeden yöntemlere tepeden bakıştaki kendini bilmez ironinin de boy gösterdiği yer burasıdır.
Mimesise özgü hareket alanını hayvani içgüdü besler. Hayvani içgüdü her durumda bütünüyle kendini korumaya, gerekirse karşısındakileri yok etme pahasına ayakta kalmaya ayarlanmıştır. Bunun çok doğal bir sonucu olarak siyaset, ayakta kalmak için gereken bütün önlemleri almaya yönelik bir teyakkuzu gerektirir. Teyakkuza ayarlanmış bütün perspektifler korku psikolojisiyle hareket eder ve her durumda rakibini mağlup etmeye yönelik sayısız şeytani kurnazlık alanı peydahlar. Bu alandaki tahayyül iki seçenek bırakır: Avlama yahut avlanma… Siyasetin; yaşamını sürdürmenin kaba biçimleri dışındaki hiçbir inceliğe fırsat tanımamasının da kurnazlık dışındaki, özellikle duyguyla buluşan farklı türdeki zeka ürünlerini tanımamasının da temel sebebi tam olarak budur.
Var olmak ve varlığını sürdürmen için rakibini alt etmeye ayarlanmış bir hayvani içgüdüden nezaket kurallarına uymasını beklemek eşyanın doğasına hakaret etmektir. Böylece siyaset için geriye tek seçenek kalıyor: Avının en zayıf noktasını gözetmek, bulmak ve karşısındakini oradan vurmak. Bütün spor dallarına rakibin zaaflarından yararlanma ve gücünü o zaafa teksif etme anlayışı buradan yayılmıştır. Dikkat et, zayıf noktayı yakala ve öldürücü darbeyi indir. Toplumsal organizasyonlar içinde ölme ve öldürmenin merkeze yerleştirildiği en belirgin kurumların başında kolluk yapılanmaları, onun hemen altında ise siyaset bulunur ve bu ikisi de entelektüel birikimden ziyade sportif beceriyi, zarif ve yumuşak dokulara tahakkümden ziyade sertlikle davranma becerisini gerektirir.
Rakibinden üstün olduğunu bildiği halde onu ezmekten kendini men eden tek canlı insandır fakat askeriye ve siyasette asla geçerli olmayan bir kuraldır bu. Siyaset bir savaş biçimidir, savaş bir siyaset biçimi... Birinde söz silah olarak kullanılır, ötekinde silah söz olarak… Bu sebeptendir ki hiçbir siyasal organizasyon rakibinin zaafını görmezden gelmez, fırsatını bulduğu an onu yere sermekten sarfınazar etmez. Siyaset pratiğinin amacı var olmak için yok etmeyi dayatır. Siyasetin bütün çağrışım alanını ‘gücün’ bu öldürücü tarafı oluşturur. Daha güzel bir dünya için çabalamaz siyasetçi daha güçlü bir dünya için gayret gösterir. Siyasetçinin dünyasında görünür bütün göstergelerin bir şekilde gücü temsil etmesi gerekir. Göğsünü kabartarak karşısındaki rakibe korku salan güzel tüylü kuşların tüylerinin güzelliğini rakiplerini korkutmanın bir aracı olarak tahayyül etmeleri gibi siyaset de kendisinin gölgesinde yetişen bütün kültür ve sanat ürünlerine tüylerinin parlaklığından değil, parlak tüyün güç olarak tahayyülünden dolayı yaşama hakkı tanır.
Siyasal rekabet alanı kaba güç gösterisinin olduğu sportif bir alandır. İçinde elbette zeka vardır, sabır vardır, kendi gücünü ve karşısındakinin gücünü tartma vardır, hırs vardır. Belki tek şey yoktur orada: Duygusallık. Duygusallık çünkü dövüşte bir zafiyet yaratır. Duygusallığın siyasal akılla yan yana gelmemesinin, aşağılanmasının birincil gerekçesini de bu oluşturmaktadır. Hayvanların dünyasında duyguya yer yoktur. Duygusal davranmak yenilmekle aynı anlama gelir çünkü bu arenada. Kaba, sert ve olabildiğince duygudan arındırılmış olduğu için sanatçı siyasetin alanına girdiğinde aniden kötürümleşir; başka bir duyarlılığı, inceliği, boyutu ve varoluş biçimini gerektirdiği için siyasetçi sanatın alanına zaten hiç giremez.
Kendini inşadan ziyade karşısındakini tahribe dayanır siyasal içgüdü. Yok etmeden var olunmaz bu dünyada. Mimesis, evet, elbette fiziksel güç ve kuvvet alanıdır ve burada köşeye sıkışan rakibe merhamet ölümcül yanılgı faturaları ödetir. Siyasetin diline pelesenk olan ve geçiş dönemlerinde sıkça yinelenen “acıma, acınacak hale gelirsin” cümlesinin gerisinde yatan içgüdü böylesi bir fatura korkusundan başka bir şey değildir. Belki vazgeçilir diye avının gözlerinin içine asla bakılmaz burada. Belki göz gözü affeder, yüz yüze üzülür diye, boyundan yukarısı tarassut edilmez hiçbir zaaf anında. Öç keyif sürüp naralar atarken, merhamet kapıyı zorlama gereği bile duymaz bu iklimde. Ne arslan kurda, ne kurt köpeğe, ne tilki tavuğa, ne tavuk solucana, ne de solucan toprağa acır… Belki hayvanların dünyasında ve tarihinde kıyıya attığı balığın çırpınmasına acıyıp tekrar suya bırakan martılara, kanatlarının altında bin cefayla yuvasının önüne taşıdığı avının merhametle açılıp kapanan gözlerine yenilip onu tekrar aldığı yere bırakan akbabalara rastlanır birkaç istisnayla fakat siyasetin tarihinde rakibini köşeye sıkıştırmış hiçbir siyasal gücün ahlaki bir içgüdüyle onun zaaflarını kapadığının yahut son vuruşla yere yığacağı sırada merhamete gelip onu tekrar ayağa kaldırdığının tek bir istisnasına rastlanmaz. Avını yakalamış hiçbir gözün retina tabakasına gökkuşağı uğramaz çünkü ve gökkuşağının uğramadığı hiçbir gözü merhamet ziyaret etmez. Ve merhametin uğramadığı gözler tek bir renkten hoşlanır: Ölümün rengi…