Siyaset ilkesizliğin en yaygın alanı olmamalı
Siyaset-ahlâk birlikteliği halen ulaşılamamış bir olgu olarak gündemimizde durmaktadır. Başka bir deyişle, siyasetin ahlâk ile yan yana duruşu idealde hep mümkün, realitede ise hep kısıtlı ya da ancak bazı zaman ve yerlerde görülebilir şeklinde ortaya konulmuştur.
Evet, idealde Ahlâk siyasetin temel
yapı taşlarından biridir. Siyasetin, ahlakı içine almadan işlemesi ya da
siyasette siyasî alanın dışına çıkarılması, siyaseti de ahlâksız bir hale
büründürmektedir.
Bilinçli ya da bilinçsiz bir süreç
yoluyla, ahlâkı öteleyen ve kendi alanına gömülü bir siyasî faaliyet, kalıtsal
olarak özürlüdür.
Ahlâkî temelden yoksun, ahlâkî
değer yargılarının süzgecinden geçmeyen bir siyaset, küresel skandallar
dizisinde, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluk uygulamalarındaki çarpıcı artış
hızıyla karşılık bulmaktadır.
Hali hazırda var olan siyaset dili,
yaşayan insanlar arasında bir mücadele ve çatışma halidir.
Toplum ve bireyler arasındaki farklılıklar,
eğilimler ve çatışma siyasetin varlık sebebini oluşturur. İnsanlar fikirlerini
ve ideallerini bu yolla uygulayabileceklerini düşünmektedirler. Buna, iktidarın
ele geçirilmesi ve onun sağladığı yararların paylaşımı da denilebilir.
Maalesef bugün, toplumun siyaset
kurumuna “ilkesizliğin en yaygın alanı” olarak bakmasında, toplumun tüm
katmanlarının (siyasi partiler, siyasi örgütlenme, seçmen tabakası, siyasi
aktörler vb.) bütünsel bir etkisinin olduğu, bunun sadece kişisel olarak
siyasetçilere yüklenebileceğinden daha büyük bir kirlilik içerdiği göz ardı
edilemez.
Şu bir gerçektir ki;
İlkeli olmanın ve erdemliliğin tanımı,
sayısı ve önemi değişse de değişmeyen şey ilkesiz ve erdemsiz bir yaşamın
“yaşanmaya değmez” oluşudur. Erdem muhakkak burada yalnızca ahlaki bir mesele
olmanın ötesinde “olguları yerli yerinde değerlendirmek, hayatı anlamlı kılmak
ve özüne uygun gelişiminin doğrultusunda kendini ve daha özelde amaçlarını
bilmek” tir. Bu bilgi, bize çeşitli erdemlerin insana yaraşır olduğunu
belirleme ve yaşama dâhil edilmesi, karşısında yer alanların ise terkedilmesi
gerektiği sonucuna ulaştırmıştır
Erdemler mutlu bir yaşamın ilkeleri
olmakla birlikte zıddı olan hırs, tutku, iştah ve şehvet gibi çeşitli duygular
kötü huylar olarak anılmaktadır.
Ama felsefi anlamda bilgeliğin tam
karşısına konumlandırılmış bu erdemsizlik bugün modern hayatla birlikte ne
yazık ki sıradan bir davranış biçimine, siyaset alanının bir rutinine dönüşmüş
durumdadır. Bunun yanı sıra dürüstlük, duygularda ölçülülük veya iffet ve
bilgeliğin itidali ile adalet ayakta tutulmalı ki, siyaset kurumu kritik bir
öneme sahip bir değer olarak tarih sahnesinde yer alabilsin.
Her şeyin iktisadi anlamda
değerlendirildiği günümüzde, pragmatist bakış açısı Keynes’in deyişi ile
“bakkal defteri ahlakı”nı doğurmuştur. Bu durum erdemlerin bütünlüğü içerisinde
düşünüldüğünde diğer erdemleri ve hatta ahlaki yaşamı tehdit edecek seviyede
kritiktir.
Siyaseti sadece “kaynakların
paylaşımı mücadelesi“ değil, aynı zamanda “değerlerin paylaşılmasına hizmet
eden“ bir araç olarak görmek lazım. Siyasetin pratikte toplumda uzlaşma ve
bütünleşmeyi hedef alarak herkesin yararına bir toplum düzeni kurması için çaba
harcaması nihai amaçtır…
Toplum organik bir bütün olmasına
rağmen karşılıklı bağımlılık içinde olan çok sayıda alt topluluk Farklı olma
hali yaşadığımız toplumun en belirgin özelliklerinden biridir.
Farklılaşma nedenlerinin siyasete
konu olabilmesi için aynı konudaki çıkarlarını farklı algılayan, farklı
tutumlar benimseyen topluluklar bulunması ve bunların siyasal sistemden değişik
kararlar üretmesini beklemeleri karşıtlık olarak algılanmamalıdır. Zira farklılaşma
sonucu toplumda ortaya çıkan görüş ve çıkarların uyumsuzluk göstermesi sosyal
hayatın doğası gereğidir.
Siyaset ve siyasetçilere düşen, bu
farklılıkları çatışmaya dönüştürecek varsayımları, uzlaşma ve mutlu bir
toplumun kurulmasına kaynaklık edecek durumlara dönüştürmektir.