Siyaset idealizm ile başlar, realizme esir düşer
Türkiye’de alanı itibariyle en çok tartışılan konulardan birisi de siyaset kurumu ve ilişkileri olmuştur. Ortadoğu coğrafyasının en politize toplumu olduğumuz gerçeği, siyaset ve siyasetçiye bakışımızı ve yaklaşımımızı da tartışmalı bir hale getirmiştir.
Siyasete başladığım an itibariyle tecrübe ile öğrendim ki:
“Siyaset idealizm ile başlayıp realizm ile bitiyor.”
İdealizm-Realizm, etik- ahlak ve siyaset, bu kavramlar
hayatın her alanında “Demokles’in Kılıcı“ gibi herkesin dilindedir. Kavramların
anlamlarını ve kullanıldıkları yerlerde büyük bir sorunsal mevcut.
Realizm, İdealizmin veya Liberalizmin tam tersidir.
Kısaca bu sorunsalı inceleyecek olursak birey ve kitle
olgusunun kapitalistleşmenin bazı sosyal sonuçları ortaya çıkıyor.
Genel olarak toplumda, siyasetin bulaşılmaması gereken ama
aynı zamanda da istifade edilmesi gereken bir olgu olduğu yönünde bir tartışma
vardır. Toplumun bu konuda kafası karışık ve yerine göre de ikiyüzlüdür.
Toplumda gelişi güzel bir anket yapalım mesela; en az yüzde seksen oranla
“siyaseti sevmem, siyasetçi tanımam” gibi sözler duyarsınız. Sebebini
sorduğunuzda bu cevapları alırsınız: “Siyasetin; yalan, dolan, pis, kaygan ve
kaypak bir zemin olduğunu ve bulaşılmaması gerektiğini söyler. Uzak durulması
gereken bir olgu olarak algılanmasına karşın siyasetçi toplumda gittiği her
yerde saygı görür, topluluklarda sözü dinlenir, önünde ceket iliklenir,
mitinglerine binlerce kişi katılır. Seçmen özel, tüzel tüm istek ve taleplerini
ona iletmeyi hak görür.
Toplumun siyaset kurumuna farklı gözle bakması şüphesiz ona
yüklediği bazı misyonlardan ileri gelmektedir. Bugün, en sıradan bir konuda
yaptığı hatadan dolayı sertçe eleştirilen siyaset kurumu, aynı zamanda vatandaş
olarak hastalandığında yardımına müracaat ettiği, işe girmek için referans
istediği, evlenecek parası olmadığında yardım isteyecek kadar kendine yakın
gördüğü insanlardan oluşur. Aslında toplumun oportünist yaklaşımı siyasetçiye
ve siyasete en büyük zararı verir.
“Sosyal devlet anlayışını hiçe sayarak benim kişisel
taleplerimi yerine getiren olursa en iyi siyasetçidir” yaklaşımı ahlaki
bunalımdır. Ayrıca bu tür sohbetlerde bambaşka bir paradoks vardır: “Siyaset
ile ilgilenirim, ama siyasetçiyi sevmem.”
Günlük yaşamda siyasetçi için kullanılan olumsuzluk siyaset
biliminde görülmüyor. Toplumda siyaset ve siyasetçi kelimelerine farklı
anlamlar yükleyip birisini olumlu diğerini olumsuz gösterme gayretleri ikiyüzlü
bir yaklaşımdır çünkü her ikisi de aynı anlamdadır. Bunun sebebi ters ve
çelişik yargıları bir arada bulunduran toplumun kendi duruşunun olmamasıdır.
Siyaset kendine mahsus bir dil ile insanların kanaatlerini
etkilemek, kanaati oluşmamış olanları kanaat sahibi kılmak ve sonunda onları
taraftarlar safına almak amacını taşır.
Siyasetçi yetkisini milletten alır, yaptıklarının ya da
yapamadıklarının hesabını da millete vermek durumundadır. Siyasetçi doğası
gereği toplumun bütün kesimleri ile doğrudan ilişki içindedir.
Siyasetçi halkın
genel duruşundan ve sağduyusundan uzak kalırsa halkına karşı
yabancılaşma tehlikesi ile karşı karşıya
demektir -ki bu da temsil yetkisi konusunda tartışmalara sebebiyet verir.
Siyaseti menfaatleri üzerine bina edenler, sadakat ve adalet duygularından
mahrum kaldıkları için millete hizmet edemezler. Siyaset; ahlakı güzel,
hamiyetini milleti için kullanan, adalet ve sadakat duygularının temayüz ettiği
insanlarla yapılmalıdır.
Siyasetçi çok kişiyi temsil ettiği için büyük bir güce ve
yetkiye sahiptir. Bu yetkiyi kendi çıkarı için kullanmamalıdır. Siyasetçi nüfuz
ticareti yapamaz ve bu yetkiyi insanlara baskı aracı olarak kullanamaz. Bu güç,
birçok insan temsil edildiği için verilmekte ve adaletli kullanmak
gerekmektedir.
Siyaset yapan insanların toplum nazarında değerleri ne kadar
yüksek de olsa kazançlarına ve ilişkilerine şüpheyle bakılmaktadır. Bu durum,
toplumun siyaset kurumuna yüklediği misyon, ondan bekledikleri ve buna karşın
siyaset yapanların davranışlarından kaynaklanmaktadır.
Siyasal ahlakı inşa etmek zor değildir. Bazı öğretilmiş
olguları güçlü algılarla dönüştürmek mümkündür. Siyaset ve ahlak, kavram olarak
hayatın her anında varlıkları ya vicdanen ya da fiziksel olarak hissedilen iki
olgudur.
Siyaset, tüm gerçekliğe karşı idealist bir arenadır.
Siyasetçi realizmin tüm dayatmalarına rağmen idealist ve devrimci olmalıdır.