Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Mart 2019

''Siyasal'' devleti önceler mi? (2)

Carl Schmitt’ in anlayışında siyasalın devleti öncelediği gibi siyaset kavramını da öncelediğine değinmiştik.

Yani “siyasal” kavramı ile “devlet” örtüşmediği gibi “siyaset” kavramı da örtüşmemektedir. Siyasal kavramı şümul itibariyle diğerlerine göre çok daha geniş kapsama alanına sahiptir.

Lakin düşünür 19. YY.’ da yaşanan gelişmelerin bu dengeyi bozduğuna değinir. Buna verdiği en önemli örnek hukuki pozitivizm tarafından tanımlanan devlet anlayışıdır. Bu yaklaşım hukukla donatılmış kamu iktidarı yani devlet ile hükümetler arasındaki yetki ayrımına indirgenmiştir. Durağan bir devlet- siyasal dengesine dayanır. Schmitt’e göre bu anlayış siyasal kavramını siyasetin aktüel işleyişi ile sınırlamaktadır. Siyasalı, güdükleştiren, güncele hapseden bir anlayıştır.

Düşünüre göre 19. yy’da ki diğer bir dönüşüm sosyal mücadeleler neticesinde teşekkül eden devlet anlayışıdır. Sosyal sınıfları temsil etmek amacıyla kurulan siyasi partiler eliyle sosyal sorunlar siyasetin merkezine oturtulmuştur. Schmitt bu meyanda parlamenter sistemlerden ziyadesiyle müştekidir. Oluşan kitle partilerinin aralarında cereyan eden mücadele nedeniyle “siyaset”, sosyal ve ekonomik taleplerin kavgasının sürdürüldüğü bir çıkar arenası haline gelmiştir.

Yeri gelmişken Baykan Sezer’den söz etmenin bir hakşinaslık gereği olacağı kanaatindeyim. Merhum Sezer sosyolojisini, sorduğu şu soru üzerine bina eder: Neden sosyoloji 19. YY ’da Batıda ortaya çıktı da başka bir yerde çıkmadı?

Sorusuna kısaca şöyle cevap verir: 19.yy Batı coğrafyasında yaşanan değişimin, büyük olayların, sosyal çalkantıların en yoğun şekilde hissedildiği bir zaman dilimidir. Batı kendi sosyal bunalımlarını aşmak için sosyoloji adı verilen bir disipline ihtiyaç hissetmiş ve ihdas etmiştir.

Denilmek istenen çok basit: Sorunlar Batı coğrafyası ile ilgili, buldukları çözümler de yine kendileri için oluşturdukları ve oluştururken de tarihi gelişme çizgilerine uygun dinamikler muvacehesinde buldukları reçetedir. Yani ne sorun ve ne de çözüm evrensel değildir.

Peki ya Batı-dışı ülkeler? Değişik bir ifade ile gelişme çizgisi farklı olan ülkeler, Schmitt’ in ifadesiyle “farklı siyasalın” oluşturduğu toplumlar; onlar bu başkalıklarına rağmen neden Batının reçetelerini benimsediler?

Baykan Sezer bu soruya şöyle cevap verir: Batı önce lokal sorunlarını evrensel hale getirdi, sonra da kendisi için bulduğu reçeteleri dayatarak çözümünü de evrenselleştirdi. Yani önce iç sorunlarını dünyada yaydı sonra da çözümünü.

Sosyalizm, ulusçuluk, laiklik bütün bunlar Batı dünyasının kendi yerel sorunları için bulduğu çözümler iken evrensel ideolojiler haline getirildi.

Buna en güzel örnek herhalde PKK yani Kürdistan İşçi Partisidir. Yöneticileri her fırsatta Kürt toplumunu “feodal” olmakla suçlar ve küçümserken onlar adına kurdukları partiye işçi partisi ismini vermekte beis görmezler. Yani kapitalist aşamaya geçememiş bir toplumda işçi partisi. Komik, hatta trajikomik bir kafa karışıklığı örneği.

Oysa gerek feodalizm ve gerekse kapitalizm evrensel değil, Batı dünyasının yaşadığı toplumsal tecrübelerdir. Müslüman toplumlarla da hiçbir alakası yoktur.

Tekrar Carl Schmitt’e dönecek olursak, düşünür “siyasal” yerine “sosyal”ın devleti öncelemesine karşı son derece hassastır. Bunun bir sapma olduğunu düşünür. Ona göre bir toplum evvela siyasal bir toplum olarak varoluşunu belirler ve bu niteliği ile diğer alanlara yönelir.

Peki, siyasal bir toplumun en belirgin vasfı nedir? Schmitt bu sorunun cevabını dost- düşman ayrımı olarak belirtir.

Zira ona göre “siyasal birlik” ortak bir iradenin eseri olması nedeniyle kapsayıcı olduğu kadar dışlayıcıdır da. Bu nedenle Carl Schmitt’ in zihin dünyasında siyasal toplumun ortaya çıkmasının önemli bir göstergesi, dost-düşman ayrımıdır.