Sivil sivilcelilik
Bir devlet savunmasının peşinde değiliz.Devleti oluşturan kaynak kendisi değilmiş gibi birden bire ve topyekûn devlet karşıtı olabilen bir takım halkı çözümlemeye çalışacağız.Sivil sivilceliliğin üzerine gideceğiz.Belki bir arınma olur diye sivil olmayı, halk olma biçimlerinden birini, ikisini sorgulayacagız.
Yani birilerine ne oluyor da, kendisinin yaşadığı, emek emek çalıştığı, gülüp ağladığı, aile kurduğu, hastanesinde veya sahillerinde sabahladığı memleketi için sorumlulukları olduğunu es geçip hemen her şeyi devletten beklemeye başlıyor?Ne oluyor da daima diğer ülkeleri dev gibi yüceltip kendi devletini gözünde cüceleştiriyor?Ne oluyor da kendi ülkesinden başka her ülke güzel, yaşanılır, harika olabiliyor?Bir insan geçici iktidara karşı düşmanlığını geneller ve bu yüzden kendi memleketini gözden çıkarabilir mi? Bu iş bu kadar kolay mıdır?
Pekala farklı iktidarlar döneminde bir halk olarak üzerine düşeni yerine getirmiş midir?Halk olmak her şartta memleketinin sorunlarını ve ona yaklaşım biçimlerini anlamaya çalışmak, eleştirmek, daha iyisini gündeme getirmek, sesini duyurmaya calışmak, duyulmasa da dar çerçevede elinden geleni yapmaya çalışmak değil midir? Bilinçli ve aktif bir şekilde kendi hayatının, haklarının ve ödevlerinin başında olan bir halkı kim altedebilir, kim dikkate almayabilir? Halk olmanın yönetimde olmamaktan tek farkı sorumluluğun daha sınırlı olmasıdır.Devlet aynı devlet, ülke aynı ülkedir. İstediğiniz siyasi oluşum iktidarda olmadığında memleketten vazgeçmek, bırakın üzerine düşeni yapmamayı, farklı iç istilalara, talanlara yönelmek daha öncesinde de sürekli kendi ülkesini, kendisi gibi düşünmeyen yaşamayan halk katmanlarını aşağılamak halk olmak olamaz. Halkçılık hiç olamaz.
Bütün bunları filozofların “güzel yalanlar” olarak değerlendirdiği masallarda - sözgelimi Fenike masalında- bahsettiği gibi “hepimiz aslen aynı topraktanız” diye başlayıp sonra birden çark ederek, fakat işte entelektüeller, bir de devlet erkanı, bir de şunlar şunlar altın, kalanlar tunç, demir artık neyse ne madenindendir filan demeyen bir yerden konuştuğumu belirtmeliyim. Böyle aşılamaz, genetik sınıf ayrışmalarına hiç inanmayan bir yerden düşündüğümü hatırlatmalıyım.
Sadece hemen her infialde kendi ülkesini gözden çıkarma, satıp savma refleksine şaşırıyorum.Küresel sorunların ve önümüze konulan büyük siyasi ve ekonomik kayaların, taşların sonucunda ülkemizin yaşadığı sorunlarda sadece siyasi yönetiminin hedef alınmasına, tek sorumlu ve suçlu bulunmasına itiraz ediyorum. Bütün bunlarda dikkat çekmek istediğim şey şu: Bütün iktidarlar, devlet adamları bu halkın içinden çıktı. Devlet dediğimiz şey bu devlet adamlarının yürüttüğü bir büyük aygıt.Aygıtın sistematik işleyişi, çark dediğimiz şeyi de aynı halkın kuşakları bir süreç içerisinde oluşturdu ve oluşturuyor. Ha o yüzden devlet kelimesi sözkonusu olur olmaz onu oluşturmuş olan halkın bundan sıyrılıp, bu kelimeye birden bire yabancılaşmış halde bir tutuma girmesi ne de ilginç bir durum! Pardon. Bu devlet denilen şey biraz sen, biraz benim.Bu tepelere bu ovalardan çıkıldı.Bu kurumlara bu evlerden gidildi. Bunu nasıl gözardi eder ve kendi ülkenize, bu nedenlerle yabancılaşabilirsiniz?
Sanki devleti oluşturanlar o ülkenin, halkın içinden çıkmadı da gökten veya başka bir gezegenden menzille indiler. (Gerçi küresel güçlerin üfleyip uçurduğu balonlardan indirilmiş, düşmüş olabildikleri politik dedikodular içinde en birincisi. Fakat oraya girmeyelim.) Öyle olmadığına göre memlekette olan her şeyden devleti yönetenler kadar olmasa da halk ta gücü ve emeği oranında sorumludur. Seçmiş ya da seçememişse de oy, söz hakkı vardır ve kullanmıştır.Öyle veya böyle sonuçta kendi memleketidir.Fakat nasıl bir menavra ile gerçekleştiğini tam çözememekle birlikte, o halk olarak kendi üzerine düşeni yapmadığını unutturmak veya kendine bile hatırlatmamak için sürekli geveze bir tekrar yapmayı ve iktidarı eleştirmeyi kendine vazife edinir.Elestirilerini kendisiyle yalnız kalarak ve bir iç derinlikle yapmaz.Kendi çevresinin kuludur.Kendi dar çevresinin, aynı düşünen, kendini sorgulamayan daracık cevresinin sıkıcı bir tekrarından ibarettir. Birey degildir. Biney gibi bi sey. Yani bini birden aynı ve tıpkı düşünen ezber ideolojiden, ezber dinden... Bu daha ziyade politik dedikodularla oyalanma ve işine gücüne karşı da daha sorumsuz, daha gevşek davranmaya yol açma taktiğidir. O siyasi yönetim (dış ve iç dinamikler sebebiyle) büsbütün değilse bile, yine de o halkın, kendisinin ürettiği, o koltuğa buyur ettiği bir şey değilmiş gibi davranır. Siyasi arena sahnede olduğu ve devamlı halkın gözaltında olduğu için olmalıdır ki, yandaş veya muhalif daima ya değerlendirme, puan verme ya da eleştiri altındadır.Çoğu zaman iktidarların o halkın içinden çıkarılmış ve aslında ona ait bir parça olduğu unutulur.Bir halk, bir insan olarak kendini eleştirme, sorgulamayı kasıtlı olarak hiç aklına getirmez.
Demem o ki sivil olmak büsbütün masum olmak ve her sorumluluktan muaf bir tembellik konumu değil. Sivil şımarıklığın haklı bir şımarıklık olmadığını düşünüyorum.
Bizde sivil olmanın profili biraz nostaljik de olsa gözümde şöyle canlanıyor:
Dumanlı bir ortam.Karnı doyurulmuş ama muhabbete aç bir kitle.Hep birden yüksek sesle haberleri izliyorlar.Hep birden konuşuyorlar.Kimse kimseyi dinlemiyor.Kimsenin derinlerde duyulmaya ihtiyacı yok.Herkes sığ kıyılarda yüzdürme oyunu oynuyor kağıttan kayıkcığı ile.İleri geri gündem sakızları agızlarda.Hep politik, hep eskimiş ama yine de tekrardan usanılmamış ezber cümleler. Tükürükler. Dedikodular. Bağrışmalar. Küfürler. Kahkahalar.
Halk olmak ne olursa olsun masum olmak anlamına gelmiyor.Muhalefet olmak da masum olmak anlamına gelmiyor.Devlet veya iktidar da günah keçisi değil.Devletiyle, iktidarı, muhalefeti, halkıyla herkes aynı topraktan. Fenike masalındaki gibi birileri altın, birileri gümüş kalanlar da tunç ve demir madeninden değil. Herkes altın olabilir.Herkes kıymetli bir şeyler yapabilir. Devletin, kurumların, siyasi güçlerin engel olduğunu öne sürerek memleket sevgisini nefrete, aşağılamaya dönüştürmek te neyin nesi...
Öte yandan halkın içinden -git bizim devletimiz ol- dediğimiz insanlarda da başka bir yabancılaşma. Bir devlet adamı olduklarında da hala halktan biri olmaya devam ettiklerini unutuverme halleri... Neler oluyor. Halkın içinden çıkan devlet doğduğu yeri yurdu, çevresini unutmak zorunda mı kalıyor? Devlet ve halkın konumları gereği birbirine bu kadar, bizim ülkemizdeki kadar yabancılaşmasına, birbirini bu kadar unutmasına, tanımazlıktan gelip inkar etmesine inanamıyorum.
Sokağa çıkanın çıktığı evin sorumluluğunu düşünerek çıkmamasıyla başlıyor sanırım bu unutkanlık. Herhangi bir kuruma giren hangi sokaktan, semtten, nasıl bir hayattan geldiğini ve yeniden oraya döneceğini, orada yaşıyor, yaşanılıyor olduğunu düşünmediğinden oluyor bu uzaklaşmalar... Meclise giren hangi bölgeden, şehirden seçildiğini unutmadan orada bulunmayı başaramadığından oluyor.Yani biz henüz halk iken, halktan biri iken kendi değer ve sorumluluğumuzun farkında değiliz.Aynı sorumsuzluğu bir siyasi tepeye çıkınca da tekrarlamış oluyoruz. Hiç çıkmamışsak ta tepedekilere sövgü ile yani kötü giden herşeyin daha da kötü gitmesi için destek vererek yaşıyoruz. Böyle halk olunmaz.Halk olmak başka bir şey olmalıdır.Yapısal olarak devleti, sistemi eleştirmek başka, iktidarı eleştirmek yine başka ve bu ikisi üzerinden kendi ülkesini yok saymak, aşağılamak ve her şekilde vazgeçmek, hatta dış güçlere peşkeş çekmeye hazır olmak gibi aşağılık bir konuma düşmek halk olmak olamaz.
Sivil sorumlulukların gocunmadan yapıldığı, emek verilen alanın sorunlarının sebepleriyle tespit edildiği ve çözümü için aşağıdan yukarıya doğru destek oluna oluna kolayca çaba harcanılan bilinçli bir süreçtir, arzu edilen.