Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Şubat 2022

Sitemkâr

Yakın zaman önce İz yayıncılıktan çıkan Dostluk Üzerine/Fethi Gemuhluoğlu Kitabı’ndan merhumun 22 Kasım 1975 tarihinde “Dostluk” üzerine yaptığı konuşmayı okudum. İrticalen söylenmiş o ifadelerde insana nice sanatsal sözün veremediği muazzam bir tesir var. Pek çok edebî metnin, şiirin, şiirsel denemenin bu kadar yoğun bir tabiatla husule getiremediği tesirin sırrını kavrayabilmek adına, bir gönlün inceliğinden sağaltılan metni tekrar tekrar okudum. En nihayetinde orada, başını ufka çevirmiş bir samimiyet buldum.

Samimiyetin insandan kaçışını ve bir yalnızlığa yaslanışını temaşa ettikçe samimiyet arayışım artıyor. Sonra onu en çok romanlarda, şarkılarda, masallarda buluşumun sebebini soruyorum içime. “Yazarken samimi insan” diyorum; kendinde, kendiyle… Belki de bu sebeple yoluna odaklananları, dışardaki savaşlardan içindeki kavgaları mesul tutanları, çareyi kendisiyle Rabbi arasındaki rabıtada bulanları seviyorum. Aradığım samimiyeti büyük oranda “nadiratta kalan” azınlığın dışarıya kapattıkları ruh ikliminde yakalıyorum. Kapansa da o, kapının altından sızan bir ışık huzmesi gibi dokunuyor yüzüme. Hissediyorum.

Hayatı bir konumlandırma ve rekabet üzerinden okumaya başladıktan sonra çok şey kaybettik. Kendimiz dışında herkes ve her şey olmaya çalıştığımızda ama kendimiz dışında her şeye benzediğimizi hiç anlayamadığımızda… Taklidi tasdik edince bozuldu büyüsü kâinatın oysa hakikatin bile yoktu ona ihtiyacı. Coşkuyla Ölmek adlı kitabında Şule Gürbüz “gerçeğin tasdike ihtiyacı var mıdır? Hayır. Tasdikin gerçeğe ihtiyacı vardır. Yalandan ve olmayandan korunmaya ihtiyacı vardır. Ama ihtiyaç, dünyanın acıklı sözü, ihtiyaç ki, varsa karşılığı yoktur (s. 61) demişti. Şimdi herkes birbirinin yaptığını yapmak zorunda; bir yarayı birbiri gibi okumak ve ona bir diğeri gibi dokunmak zorunda. Sanırım samimiyetin tükendiği yer de kendine karşı başkalaşımında kalbin.

Son nefesime dek “hayır” diyeceğim. Herkes birbirinin yaptığını yapmak zorunda değil. Mevcudiyetini bir diğeri gibi ağlayıp gülerek ortaya koymak zorunda değil. Herkes birbiri gibi söylemek, anlatmak, yazmak, susmak zorunda değil. Herkes bir diğerinin bulunduğu platformlarda bulunmak zorunda değil. Bir diğerini “o” merhaleye taşıyan kudret, bulunduğu zeminden aldığı güç de değil. Zaten bu da bir kültürün, alt yapının, başarının göstergesi değil. Boşuna söylememiş Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.: “Harabat ehlini hor görme zakir/ Defineye mâlik viraneler var.” Hayatta iseniz ve insanların dikkat kesileceği bir meseleyi size verilen emanetle en üst seviyeden sunma gayretine sahipseniz bir diğerinin bulunduğu yerde bulunmasanız da olur. Zaten hikmet, ne öbürünün girdiği mekânda, ne de eş, dost, tanıdıklık üzerinden kurnazlıkla gerçekleştirilen bir sızma eyleminde. Bunun idrakinde olanlar aynı şeyleri yapma, aynı söylemler üzerinden gitme, aynı zamanlarda aynı zeminlerde bulunma gibi bir çaba içerisinde olmuyorlar. Odaklandıkları yol, tırmanacakları basamakları onlara gösteriyor çünkü… Hadisenin “orada” değil; çalışma disiplininde, okuma çeşitliliğinde, metotta olduğunu biliyorlar. Üstelik bir farklılık diğerinin yaptığını yapmakla değil, yaptığını yapmamakla koyuyor kendini ortaya.

Çoğaltmaya değil, ayıklanmaya ihtiyacımız var. Şule Gürbüz Kambur adlı eserinde yaşamdaki en büyük başarının seçip ayıklamak ve pek az şey bırakmak; önemli olanın ve başarı sayılabilecek olanın da sevip yaptıklarımız değil, belli bir bilinçle kaldırıp attıklarımız, bizi meşgul etmesine izin vermediklerimiz olduğunu söyler (s. 82). İnsana bıkkınlık veren bir ısrarın eteğinden çekiştirenler, yaklaşmak istediklerini de uzaklaştırır kendilerinden. Beklendiğinde gelmesi uzayan bir sabah gibi…

Selam ile.