Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2973.57
BIST 100
10003.26
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Temmuz 2019

Sistemli düşünce

Thomas Kuhn, “paradigma” kavramıyla özelde bilimsel düşüncede bir ilerlemeden ziyade modellemeyi öne çıkarmış; aslında ilerleme diye görülen şeyin bir paradigmadan ya da modelden diğerine geçiş olduğunu belirtmiştir. Kendisi bunu “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”nda anlatır. Kuhn, özelde fizik, kozmoloji ve astronomi üzerinden meseleye yaklaşımını “Kopernik Devrimi” isimli eserinde analiz etmektedir.

Erken zamanlarda Batlamyusçu kozmoloji ile yol alan dünya, ona uygun bir evren ve daha da önemlisi teoloji geliştirmişti. Saint Augustin ve diğer teologlar, bu kozmolojiye uygun bir teoloji inşa etmişlerdi. Bir müddet sonra bu kabuller, Hıristiyan ilahiyatının tartışılmaz doktrinleri haline geldi. Kopernik, dünyayı merkezden çekip güneşi merkeze yerleştirince, evrenin sonsuzluğuna vurgu yapınca; üstüne üstlük bir de dünyanın devinimde olduğunu söyleyince bu kozmolojiyle kendisini özdeşleştirmiş olan teoloji bir krize girdi. Kilisenin Kopernik’ten başlayarak Kepler, Galile gibi isimlere tepkisi de buradan kaynaklandı.

Buradan çıkaracağımız önemli sonuç; kutsal kitaplardan bilimsel sonuçlar çıkarmamaya azami gayret göstermektir. Fakat biz hala bunu yapmaya devam ediyoruz. Özellikle 20. Yüzyılda kendisini gösteren bilimsel tefsir ekolü bunu fazlasıyla yaptı. Böylece Tanrı, durmadan fikir değiştiren bir varlık durumuna düşürüldü. Halbuki bilim, verileri ve bulguları değişince sonuçları da değişen bir insan etkinliğidir. Çok önemlidir; ama değişebilirliği onun temel özelliğidir.

Kuhn’un ifadesiyle Kopernik Devrimi, çok önemli bir adım atmış ancak tüm problemleri hemen çözmemiştir. Kendisinden sonrakiler, onun kurduğu paradigma ve sistem içerisinde oluşan problemleri çözerek katkıda bulunmuşlardır. Böylece Newtonyen teoriye gelinmiştir. Ardından Einstein teori geliştirmiştir. Nihayetinde fizikle ve kozmolojiyle ilgili çalışmalar devam etmektedir. Hiç şüphesiz insanlığın bilim adına elde ettiği çok önemli birikimler vardır. Onlar korunmaya devam etmekle birlikte, gelecekte bugün en son geldik dediğimiz fizik ve kozmolojiyle ilgili yeni teoriler ortaya konulacaktır. Belki de 100 yıl sonra, fizik bilimlerinde elde ettikleri sonuçlar ile insanlık, bizim Batlamyusçu teoriye baktığımız gibi bakacaktır.

Müslüman dünyanın bilim açısından karnesi pek düzgün değil. Maalesef gerek tabiat ve fizik bilimlerinde gerekse sosyal bilimlerde biz Batı’nın teorilerini konuşmaya devam ediyoruz. Bu, öncelikle bizim bilime niçin önem vermemiz gerektiğini göstermektedir. Fakat bu noktada, geleceğe projeksiyon geliştirmek açısından iki hususa değinmeliyiz. Birincisi, Batı’da bilim çalışmaları bir paradigma içinden yapılarak gerçekleştirilmektedir. Bu paradigmanın muhtelif yazılarda değindiğim vechile, bazı problemleri bulunmaktadır. Dolayısıyla Müslüman dünyanın kendi paradigmasını geliştirerek dünyaya, bilgiye ve insana, gerek tabii gerekse sosyal bilimler alanında bir perspektif getirmek üzere çalışması gerekmektedir. Çünkü birçokları bilimsel gelişmeyi teknoloji üretmeye indirgemektedir. Halbuki teknoloji, bir bilim paradigması çerçevesinde gerçekleşir. İş, daha öncesinden yani zihniyetten başlamaktadır.

İkincisi ise sistemli düşünmedir. Sistemli düşünmek, Bütünlüğü görülmez hale gelmiş, dağınık bir tikeller yığını olarak düşünce üretmekten vazgeçmek demektir. Çünkü Müslüman toplumlar çoğunlukla, karşılaştığı anlık sorunları çözebilmek üzere bütünlükten kopuk hareket etmektedirler. Batı’da son birkaç yüzyılda ne kadar sistem kurucu filozof çıktığını hatırlarsak, belki ne söylemek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.

Sistematik bir düşünce geliştirilemediği zaman, bunun sorunları her yerden hissedilir. İşte tam da bu sebeple, bize çok sorunlarımız var gibi görünüyor.