Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Sistemler ve İnsanlar

Her doğuş, bir sistemin içine dahil olmaktır. Doğmak, bizden önce kurulmuş bir sistemin içine girmek demektir. Evrenin işleyişi, dünya, yerçekimi, su, ateş, rüzgar, toprak benzeri maddelerden örülü bir çevre daha doğar doğmaz dışarıdan; inanç, ahlak, estetik, inançsızlık, kaos, kabalık benzeri soyutluklar içeriden kuşatıyor bizi. Her soluk aldığımızda bunlardan bir parçayı alıyor, kanımıza karıştırıyor, her nefes verişimizde kimliğimizden bir parça karıştırarak yeniden onlara iade ediyoruz. Hayatımız sistem tarafından biçimlendirilirken biz de elimizden geldiği kadar onu kendimize uydurmaya, olduğundan daha yaraşır hale getirmeye çalışıyoruz. Her yönden sarıp sarmalandığımız, kurallarına ister istemez tabi olmak zorunda kaldığımız bu ilahi ve beşeri devasa sisteme tek kişilik pencerelerimizden bakarken bazen onun tazyikleri altında kalıyor, bazen ona yeni uçlar ekliyor, bazen de hiçbir şey olmamışçasına sessizce geçip gidiyoruz bu dünyadan. Hayat kendini inşa tercihlerinin olduğu geniş bir oyun sahnesi sonuçta.

En evrensel olanından en yereline kadar her sistemin gerisinde bir akıl vardır. Bu akıl, sistemi oluşturan her bir parçayı kendine uygun bir işlevle yerli yerine koyar ve oradan beklediği “çıktı”yı almayı umar. Hem ilahi hem de beşeri sistemlerin kurucu aklı,paradigmasını bir amaca göre şekillendirir ve parçaları o amaç doğrultusunda kurgular. İnsan ise her ikisi arasında bir denge kurmanın formüllerini arar, hayatını olduğundan daha konforlu geçirmenin yöntemlerini bulmaya gayret gösterir. Aramızdan bazıları sistemin gerisindeki aklı ve son aşamada onun nemenem bir şey olduğunu merak etmeden, kendini onun kurallarına bırakır, rüzgarın önündeki yaprak misali savrulur gider. Tercihlerden biri budur.

Diğer bazıları onun gerisindeki mantığı kavramaya çalışır, eksiği gediği var mı, iyi niyetle kurulmuş olsa bile insana zararlı mı değil mi diye bir sorgulama içine girer ve kendi kendine, durup dururken başına iş açar. Çünkü her türden anlama yolculuğu bir müddet sonra anlamaya çalıştığının hakimi olmaya, hakim bakış ise ondaki noksanlıkları görmeye iter. Böylece sistem sorgusu sistemleri kuranlar tarafından önce hoşnutsuzluğa, sonra da mümkünse sorgulayan aklı mahrum bırakmaya, hatta büsbütün cezalandırmaya yol açar. Kurucu akıl, sistemin kendisi gibi ona tabi olanların da sessiz sedasız işini yapması gerektiğine inanmıştır. Ve burada sisteme tabi olan insanların, grupların, sekter yapıların sorun çıkarmadan, pürüzsüz tabiyetine yönelik ara mekanizmalar da inşa edilir ki sisteme akıllıca bakmanın önü alınsın, berrak akıl onunla temas kurmasın. Sistemi sorgulama tercihi yapan iki karşıt kategori tam da burada konumlanır ki onu anlayanlardan birileri onu korumanın ve korurken nemalanmanın hesaplarını yaparken ötekiler ise onun bozulan çarklarını onarmanın ve topluma, insana, doğaya zararlıysa büsbütün ortadan kaldırmanın hesaplarını yapar. Peygamberler, bilgeler, filozoflar, dâhiler, sanatçılar ile kendilerine dayatılan sünepe sistemleri sorgusuz sualsiz kabul edenler arasındaki temel fark tam da burada kendini gösterir ve itiraz bunlar için bundan böyle yaşamı katlanılmaz hale getirir. O vakitten sonra artık bu kategorideki insanlara rahat uyku yoktur. Hayatları kendilerine zehir olur. Bozuk sisteme entegre olmuş ve onun bozukluğundan nemalanarak hayatlarını sürdüren, gıcırtıyı müzik gibi algılayan, kopmuş yerleri lehimleyerek, kokuşmuşluğa sanal deodorantlar eklemek suretiyle yaşamlarını garanti altına alanların aksine onlar bozuğa bozuk, gıcırtıya gıcırtı, kopmuşa kopmuş, kokuşmuşluğa kokuşmuşluk demeyi sürdürürler. Azarlanırlar, iftiraya uğrarlar, aşağılanırlar, değersizleştirilirler, sürgüne gönderilirler, hicret ederler, “Ayı sağ, güneşi sol elime verseniz yine de davamdan dönmem” derler ama asla ve asla yollarından dönmezler. Bedenleri ve ruhlarında sayısız yaralar açılırken vicdanlarında o yarayı sağaltacak, o yaranın tam ortasından insan olma onurunu yeşertecek nice çiçekler açar. Bu da bir tercihtir.

Sistemi sorgulamak her yerde, her durumda başına iş açmaktır. Çünkü genellikle kurucu akıl, sistemi sorgulanması için değil, tabi olunması için yarattığı önyargısından hareket eder ve onu korumanın, kollamanın, ne pahasına olursa olsun çarkını döndürmenin “bekçilerini” de üretir. Hayatın her kesiminden olan bu bekçiler, yaşıyor olmayı, koruyor olmakla ilişkilendirirler ve koruma içgüdüsü bir müddet sonra alışkanlık peydah ettiğinden varoluşun kendine evrilir. Bunlar nezdinde bozuk da olsa, kirli de olsa, çirkef de olsa, bataklığa dönüşüp bütün insanlığı yutacak da olsa sistem devam etmelidir. Ama tarihin de bir sabrı vardır ve günün birinde doğayı dengelemek görevinin kendine düştüğünü fark eder, aramızdan bazılarına hayatı pahasına bile olsa “düzeltme” görevi yükler. Yakın, orta veya uzak vadede bozuk düzenin çarkına çomak mutlaka sokulur. Tarih bize bunu söylüyor. Hepsi de bozuk düzene itiraz eden hangi peygamber yenildi ki? Hangi dehanın öngörüsü yanlış çıktı, hangi filozof söylediklerini yuttu, hangi sanatçı ruhuna batırılan dikenlerden şikayetçi oldu?

Bu bir tercihtir ve üç ihtimal var: Ya beş duyunu ve zihnini dışarıya kapatır, kör bir yolculuk yaparsın. Ya kokuşmuşluğu muştu, bataklığı bahçe gibi gösterirsin veya bütün varlığınla acı çekme yolculuğuna çıkarsın. Kazanırsın, kaybedersin. Birinde insanlığını söke söke alır, inersin sahneden, diğerinde insanlık sana topuğunu bile göstermez. İnsan doğup başka bir cinsten ölmüş olmak bile başlı başına bir mahrumiyet değil mi?