Sistematik cehalet
İnsanlık belki tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bilgi ile muhatap. Fakat paradoksal bir durum olarak popülerliğin ve cehaletin de en koyu zamanlarında yaşıyor. Peki bunlar aynı anda nasıl mümkün olabiliyor?
Öncelikle bilginin ilintisi kurulması gereken en önemli kavram hakikat ve gerçeklik. İnsanlığın gerçek hedefi, varlığın, kendisinin, eşyanın gerçekliği ve hakikatine ulaşmaya çalışmasıdır. Bu, bitmeyen bir çabadır. Fakat “kendini bilen” herkes, hakikati bütün boyutlarıyla kapsayıp kucaklayamayacağını kavradığı için bir “mutlak”lık yani Tanrılık konumuna geçmez.
Tam da bu sebeple insanların hayatın farklı alanlarında ulaştığı uğrak noktalarını mutlaklaştırarak hareket etmeleri, hakikate ulaşmaya yönelik bir çaba ve atak değil, daha çok kendi konumunu, ideolojisini, düşüncesinin hakikatin bütünü olduğunu iddia etmesi demeye gelmektedir. Bu ise açık ve örtük biçimde bir tanrılık iddiasıdır. Tarih boyunca bilgi ile hakikat arasındaki ilişkiler kadar bilginin inşa ediliş biçimi de tartışma konusu olmuştur. Özellikle Foucault’nun çalışmalarıyla birlikte bilgi-iktidar arasındaki ilişkiler daha çok ele alınır olmuştur.
Ortaçağ’da büyük oranda kilisenin hakimiyetinde olan bilgi, aslına belirli insanların imtiyazı olarak görünür. Bu insanlar aynı zamanda bilgiyi yorumlayarak zamanın egemen paradigması çerçevesinde geniş kitleleri yönlendirirler. Hatta hem Batı hem de İslam dünyasında bilginin geniş kitlelerin eline verildiğinde tehlikeli olabileceğine dair endişeler de dile getirilmiştir. Özellikle Post/Modern zamanlarda bilgi ile iktidar arasındaki ilişki daha bir önem kazanmıştır. Foucault bu tartışmaların başını çekmektedir. Buna göre, iktidar tüm dispozitifleriyle hayatın kılcal damarlarına girerek orada hayatiyet bulmakta ve bilginin içeriği ile sınırlarını belirlemektedir.
Bu durum, bilginin iktidarı kendini doğrulamaya yönelik içeriklendirmesiyle birlikte hakikatten koparak enformasyona dönüşmesini sonuçlamaktadır. Dolayısıyla bugün, bilgi ile ilgili konuşulması gereken temel sorun; bilgilerimizin ne derece hakikati aramaya yönelik olduğudur?
Bugün global ölçekte iktidarlardan bahsetmekteyiz. Bu iktidarlar küreselleşme ve iletişim teknolojisinin getirileriyle birlikte, aslında kitlelere dönük yüzünde müthiş çeşitlilik içinde (binlerce kanal ve siteler) ancak iktidara dönük yüzünde bir ideolojiyi ya da anlayışı doğrulayacak biçimde homojen olarak işlemektedir. Dolayısıyla küresel aktörlerin iktidarı, kitlelerin kılcal damarlarında hiçbir boşluk bırakmayacak denli dolaşmaktadır.
Bugün insanların bilgiye, daha doğrusu enformasyona ulaşmaları çok kolay. Elindeki makinalarla, tarama motorlarıyla bilgi anında tüketicinin önündedir. Pratik gündelik hayat söz konusu olduğunda bu bilgilerin işlevsel boyutlarından bile söz etmek mümkündür. Fakat reklamlardan dizilere, haber bültenlerine kadar bilgilerin merkezlerden yorumlanarak ve perspektif kazandırılarak sunumu söz konusudur. İşte insanların kılcal damarlarında dolaşan da bu perspektiftir. Bir kere propagandaya maruz kalarak, bu çerçeve içine sığdığını düşünen insanın artık ondan o kadar kolay kurtulması mümkün değildir.
Buradan kurtulmak mevcut kısır döngüden çıkmakla mümkündür. Fakat global sistem insanı bu ağların içinde öyle sarmalamıştır ki, ancak ciddi düzeyde farkındalıklarla bunları anlamak mümkündür. Tam da bu sebeple sormamız gereken en temel soru; bilgimiz bize hakikat ile ilişki kurmayı sağlıyor mu? Yoksa enformasyonun kazandırdığı “biliyoruz” duygusu insana mutlaklık duygusu mu veriyor? Nabi Avcı “Enformatik Cehalet” kitabında bunları işlemişti.
Bir kere kesin olarak global sistemin aktörleri bir mutlaklık dayatıyorlar. Enforme edildikçe yüzeyselleşme ve popülizm artıyor. Kitlelerin hakikatle aralarındaki mesafe arttıkça, cehalet de sistematikleşiyor.