Sisi ile kucuklaşmak
2013 Obama’nın ikinci dönemiydi. Daha düne kadar aynı otobüse binmeyen Amerikalılar, gökten vahiy almış gibi siyahi bir Afrikalı olan Barack Hussein Obama’yı ABD Başkanı yaptılar. Çünkü Bush ailesinin dünyaya boca ettikleri pislikleri göstermelik bir barış ödülü sahibi kıldıkları siyahi başkan Obama’ya temizletmek istediler.
Hakkını yemeyelim, Obama da rolünü
iyi biliyor ve buna göre politikalar yürütüyordu. ABD'nin Irak’ta akıttığı
yüzbinlerce masumun kanını yine kendilerinin kurdukları paravan örgüt İŞİD ile
temizleme işini Obama’ya verdiler. Kurdukları PKK’yı Suriye'de yine bizzat donattıkları
YPG’ye dönüştürerek ortağı İŞİD ile göstermelik çatışmalara sokmak suretiyle
kahramanlaştırdı ve akabinde de bu örgütü Türkiye'ye karşı kullanılışlı aparat
yaptı Obama.
Ortadoğu'da ise durum yine Obama
politikalarına uygun yürüyordu. Başkanlığının ikinci yılında iç savaş başlattıkları Suriye'de bütün planlarını
Türkiye'nin kaybı üzerine kurdu. İŞİD’i de, YPG’yi de hatta kimi aşırı
Suriye’deki rejim muhalifi grupları da ABD sevk ve idare etti.
Demokrat, özgürlükçü(!) Obama
FETÖ’nün darbeye teşebbüsünde de ABD Başkanı idi. Süreci gayet iyi biliyordu
hatta bu ihanete onay veren de kendisiydi. Anlayacağınız onun döneminde darbe
özgürlüğü(!) kutsanacak boyutlara vardı. Ki Mısır’da bir gecede 3500 insanı
öldürülerek darbe gerçekleştiren Sisi’ye desteğini esirgemedi Afrika kökenli
Barack Hussein Obama ve ABD’si.
İşin bizi daha yakından ilgilendiren
boyutu, ABD’nin Obama’sının desteklediği darbecilere karşı Türkiye karşı durdu.
Hayır, sadece bir Müslüman ülke olduğu için ya da İhvan’a karşı yapıldığı için
darbecilere mesafe koymadı Erdoğanlı Türkiye. Venezuella’da hatta Trump’ın
seçimleri kaybettiği süreçte ABD’de yükselen darbe seslerine de karşı durdu Erdoğan.
Mısır askeri darbesi Türkiye-Mısır
ilişkilerini donma noktasına taşımıştı. 2013-2022 yılları arasında geçen 10 yıl
boyunca diplomatik hiçbir ilişkinin yaşanmaması işi iki ülke başkanlarının
resmi toplantılarda aynı karede yer almamasına kadar varmıştı.
İki ülke de kaybediyordu ve bu da iki
ülkenin düşmanlarının işine geliyordu.
Uluslararası ilişkilerde ebedi
düşmanlık üzerine kurulu bir doktrin, bir teori yoktur, olamaz da. Devletler
çok rahat bir şekilde dün düşman oldukları ülke ile şartlar gereği
düşmanlıklarını sona erdirebilir ya da erteleyebilirler. Bu gerçek neden
Türkiye için de geçerli olmasın?
Bu uzun girişi geçtiğimiz Pazar günü Katar’da
düzenlenmekte olan Dünya Kupası açılış törenlerine katılan Türkiye
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile Mısır Cumhurbaşkanı A. Fettah Sisi’nin Stadyumda
el sıkışmalarına dair yaptım.
Erdoğan-Sisi buluşması elbette
plansız değildi. Zaten uzun zamandır iki ülkenin istihbaratı ve diplomatları
görüşüyordu. Görüşmelerde alınan mesafe olumlu olmalıdır ki iki ülkenin
başkanlarının buluşmalarına ihtiyaç duyuldu.
Bu köşeyi takip edenler bilirler ki
ilk günden beri darbeci Sisi ile ilgili en sert yazıları yazanlardan biriyim.
İki liderin el sıkışmaları darbeye ve darbecilerin başı Sisi’ye karşı zerre
kadar soğumuş değilim. Ancak;
Devletler bir yazar gibi, bir hoca
gibi, bir manav gibi değil, devlete yaraşır tavır geliştirir. Bu açıdan
baktığımızda Doğu Akdeniz ve Libya başta olmak üzere pek çok alanda Mısır ile
karşılıklı olarak birbirimize muhtacız. İki ülke de on yıl süren küskünlüğün
bedelini çok fazla ödedi. Bundan fazlası her yönüyle yanlıştır. Yarın Suriye ve
Esed ile de benzer bir gelişme yaşanabilir hatta yaşanmalıdır da.
Kabul edelim ki dünyanın gidişatına
biz tek başımıza yön veremeyiz. Her ülkenin bir yere kadar gücü vardır,
fazlasına başvurulursa bunun daha ağır bedelleri olur. Dünya şahittir ki
Türkiye Mısırlılara sahip çıktığı kadar Mısırlılar birbirlerine sahip
çıkmadılar. Ama Mısır halkı Sisi’yi sindiriyorsa kusura bakmasınlar Türkiye
örgüt değil, dernek ya da vakıf hiç değil ve elbette iktidarın ülkesinin
uluslararası ölçekte ya da içerde yaşanacak kayıplarını göz önünde bulundurmak
gibi bir yükümlülüğü vardır.
Bilmeyenler de bilsinler ki dünyada
ahlak ve erdeme dayalı yani değer merkezli bir dış politika ne olmuştur ne de
olacaktır. Maalesef…