ŞİRKETOKRASİ
İngilizce'de corporatocracy olarak ifade edilen şirketokrasi, şirketler tarafından ya da şirketlerin çıkar grupları tarafından kontrol edilen ekonomik ve politik bir sistemi anlatmak için kullanılmaktadır.
1980'ler dünyada yeni bir ekonomik yaklaşımın popüler olduğu yıllar olarak ön plana çıktı. Reagan'ın seçilmesiyle beraber arz-yönlü iktisat yaklaşımı ABD ekonomisinde uygulanmaya çalışıldı.
Amerika'da R.Reagan, İngiltere'de M.Thatcher'ın dışa açık büyüme modeli olarak lanse ettiği bu yeni sistem aynı zamanda küresel politikaların da başlangıcı kabul edilir. Yani ekonomik küreselleşme dünyayı tek bir pazar gibi görme, bu pazara yönelik üretme amacına dayanarak dünya ile uyuma dayanıyor. Bu öğreti sistemi, küresel düzen fikrini de içeren "Washington Sözleşmesi" olarak da bilinmektedir. Neo-liberal Washington Sözleşmesi, ABD hükümeti ile büyük oranda belirlediği uluslararası finans kuruluşları tarafından tasarlanan ve yine bunlar tarafından çeşitli yollarla diğer ülkelerde de yürürlüğe konan piyasa merkezli ilkelerin bir araya getirilmesidir.
Bu dönemde çok uluslu şirketler ortaya çıkmış ve birçok ülkede faaliyet göstermeye başlamıştır.
Çok uluslu şirketler gittikleri ülkelerde sadece ticaret yapmamış aynı zamanda lobi çalışmaları yürütmek için çeşitli sivil toplum kuruluşları kurmuş veya destek vermiştir. Bu çok uluslu şirketler gerek ürünlerini satmak için reklam verdikleri basın ve medya kuruluşlarında etkin güç olmuş (parayı veren düdüğü çalar misali) veya bu kuruluşlara ortak olarak güçlü konuma gelmişlerdir. Böylece gittikleri ülkelerin politikalarına etki etmeye çalışmıştır.
Yine bu şirketler kurdukları sivil toplum kuruluşları üzerinden devletlerin içerisine sızmış ve anlık olarak istihbarat almaya başlamışlardır. Alınan istihbarat bilgilerini de kendilerince uygun zamanlarda manipüle ederek yine başta kendi basın yayın ve medya organları aracılığıyla yürüttükleri algı operasyonlarıyla birlikte kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar.
Küreselci güçler ülkelerde kurdukları ağlar üzerinden (siyasetçi, bürokrat, medya patronları, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler vb.) kendi çıkarlarına göre hareket etmeyen liderleri devirmeye veya yürüttükleri algı operasyonlarıyla halk desteğini kesmeye çalışmaktadır.
Son dönemde Brezilya, Türkiye, Katar ve Pakistan'da yürütülen operasyonlara baktığımızda aynı senaryoyu izlediğimizi fark ederiz. Aynı senaryo küreselcilerin bir dönem üs olarak kullandıkları ABD'de de aynı şekilde yaşanmaktadır. Trump'ın ekibindeki ve beraberinde ilk söylemlerine göre politikalarındaki değişikliğin sebebi de aynı senaryonun hayata geçirilmesidir.
2008 küresel finans krizi dünya ekonomisinde büyük bir dönüşüm sürecinin başlamasına neden oldu. Kriz sonrasında artan ekonomik milliyetçilik akımı ülkeler arasında ekonomi savaşlarına neden oldu. Ekonomi diyerek genel bir tabir kullanıyorum çünkü bu savaş ekonominin sadece belli bir alanında olmadığı gibi siyasi ve diplomatik hamlelerin de ekonomik neticelerinin olduğunu da hep beraber görüyoruz.
Ekonomi savaşı içinde faiz, döviz kuru, ticari ambargolar, teşvikler, gümrük duvarları, serbest ticaret antlaşmaları gibi çok farklı mühimmatlar kullanılmaktadır.
Ekonomik savaş kapsamında geçtiğimiz hafta ABD kritik bir karara imza attı. Trump, "Yaptırımlar Yoluyla Amerika'nın Düşmanlarıyla Mücadele" başlıklı yasa tasarısını "ciddi ölçüde kusurlu" olmasına karşın "ulusal birlik" için imzaladığını açıkladı.
ABD'nin bu hamlesi elbette sadece Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yönelik değil. AB Komisyonu Başkanı Juncker, bu yasanın AB'nin enerji güvenliği çıkarlarını tek taraflı olarak etkileyebilecek sonuçlara neden olabileceğini ve ABD karşısında ekonomik çıkarlarını savunacaklarını belirtti. Ancak AB, Alman Siemens şirketinin Rusya'ya sattığı doğalgaz türbinlerinin Kırım'da kullanıldığının ortaya çıkması nedeniyle Moskova'ya yeni yaptırımlar uygulamaya başladı.
Son yıllarda yaşadığımız küresel güç savaşı bahsettiğim şirketokrasi ile ulus devletler arasında devam ettiği gibi aynı zamanda ülke çıkarlarını savunan ülkeler arasında da devam etmektedir.
Türkiye
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye de bir dönüşüm yaşamaktadır. Türkiye gibi ulus devletlerin yöneticileri adil gelir dağılımını sağlayarak vatandaşlarının tamamının refahını artırmayı hedeflerken şirketokrasi kendi çıkarlarını düşünmekte ve statükocu zihniyete sahip bürokratik oligarşi ile birlikte hareket ederek yöneticilere baskı kurmaya çalışmaktadır. Statükocu zihniyet elbette sadece kamu sektöründe değil aynı zamanda ar-ge ve inovasyon yapmaktan kaçınan, yeni bir ürün üretmek yerine başkalarının ürettiklerini taklit eden şirketlerde de geçerlidir. 16 Nisan referandumu sonrasında Türkiye yeni bir döneme girmiş ve yapılacak yapısal reformlarla bu yapının yıkılma sürecini başlatmıştır. Ancak bu yapı ciddi bir direnç göstermektedir.
Türkiye bu süreci de atlatarak kamu görevlisi, şirketi ve tüm vatandaşları 15 Temmuz ruhuyla Türkiye'yi uluslararası düzende hak ettiği yere taşıyacaktır.