Sıradanlaşmamak
Yaşamın hızla akıp giden süreçlerinde kişi ve toplumları sinsice sarmalayan bir riskten bahsetmek istiyorum….
Sıradanlaşmak…
Egemen
sistemin kollarında, sosyal çevrenin kuşatmasında ideallerini yitiren, iddialarından
vazgeçen, iradesi gün geçtikçe çözülen kuşakları gördükçe sıradanlaşma
dalgasının ne kadar derinden ve güçlü geldiğini fark edebiliyorsunuz…
Pragmatik
duygular, oportünist yaklaşımlar, yaygınlaştıkça bireysellik, bencillik, gurur,
şov, dünyevileşme, sıradanlık vb. her şey kabul görüyor… Dolayısıyla yaratılış
amacı, toplumsal sorumluluk bilinci ıskalanıyor... Sıradanlaşma dediğimiz şey
amaçları araçsallaştırıyor, yaşamın anlam ve amacı göreceleşmeye başlıyor…
Edilgen, pasif, uyuşumcu nesillerin türediğine tanık oluyorsunuz…
Bu gidişattan en çok İslami bilinç, duruş,
aidiyet ve şahsiyet zarar görüyor…
Bir
anlamda Müslümanlar için sıradanlaşmak; silikleşmek, savrulmak dahası kendi
sonunu hazırlamakla eş anlamlı…
Bakışlarımız, duyuşlarımız, dokunuşlarımız gün
geçtikçe donuk, sönük ve mat… Duyarsız ve durağan günlere kaldık… Heyecan ve
hissiyat sönünce hayatta hareket ve berekette gidiveriyor…
Bir
şeyler yapmak lazım geldiğini bilsek bile ne yapmamız gerektiğine karar veremez
oluyoruz…
Yarım
kalmış düşlerimiz, ertelenmiş öykülerimiz, gecikmiş geleceğimiz var ama hâlâ bocalıyoruz…
Neden beceremiyoruz?
Çünkü
sıradanlaşmayı kanıksamaya başladık...
Şimdi ne olacak içimizdeki yarım kalmışlıklar?
Gecikmişlikler? Ertelenmişlikler?
Ne
eskisi gibi olabiliyoruz ne de başladığımız yere dönebiliyoruz…
İki
ara bir derede bekliyoruz... Hani biz bekleyen değil beklenen olacaktık? Umut
olacaktık, umutlarımızı yitirmeye başladık…
Her
gün daha bir olgunlaşacak ve oyun kurucu biz olacaktık, gel gör ki şimdilerde
‘’çizdim oynamıyorum’’ a düşer olduk…
Hedefler
yarım kaldı, hesaplar tutmadı...
Nedir
bu hâl?
Herkesleşmek zorunda mıyız? Sıradanlaşmak
mecburiyetinde miyiz?
Bu
saatten sonra “uydum kalabalığa” demek bize yakışır mı?
“El alem ne der?” e mi takılı kalacağız?
Bizden istenen, bize yakışan farklı ve fedakâr
olmak değil midir? Mücadele, kararlılık
ve tutarlılık demektir, böyle öğrenmedik mi?
“Sıradan
olmamak gerek” deriz ama yine de sıradan yaşamların kollarında uyuşuveririz… Sıradan
algılar, sıradan düşünceler, sıradan yorumlar, sıradan sorular, sıradan
yaşamlar sanki alın yazımız gibi davranırız…
Bazı
sorumluluklar var ki, sıradan Müslümanların yapabileceği iş değil...
Takvaca yaşamlarda karar kılmış, sürekli
teyakkuzda olanların üstesinden gelebileceği görevleri kastediyorum...
Kendini
yenilemeyen ve sürekli geliştirmeyen zamana yenik düşecek ve tanınmaz hale
gelecektir…
Bugün
alışık olduğumuz yaşam formunun dışında, sıra dışı yenilikler sunamıyoruz… Muhafazakârlaşmanın
sunduğu hayat tarzlarına teslim olmak zorunda kalıyoruz…
Evet,
hayat hızla sıradanlaşıyor, günahların sıradanlaştığı bir çağdayız...
Alışkanlıklar ve aşırılıklar norm haline dönüşüyor… Günahlar normalleşiyor…
Kerahiyat,
menhiyat, münkerat, malayanilik, müstehcelik mübahlaştı...
Faiz, fuhuş, fitne, fesat, flört vakay-ı adiye
adliyeden sayılır oldu…
Aş, iş, eş, gailesi gündemi yeterince
doldurdu...
Peki bu ahvalde ne yapabiliriz?
Yaşamın
sıradanlaşmasına her gün beş defa ezan ve namazla müdahale edebiliriz...
“Bir
işten boşalınca hemen başka bir işe koyul” arak bu çemberi kırabiliriz…
“İki
günü birbirine eşit olan ziyandadır.” nebevi uyarısından hareketle sıra dışı
başlangıçlara besmele çekebiliriz…