Sıra dışı bir NATO Zirvesi
29-30 Haziran tarihlerinde İspanya’nın başkenti Madrid’de 32. NATO Zirvesi gerçekleşti. Devlet ve hükümet başkanlarının katıldıkları ve Türkiye’yi de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği zirvenin yankıları devam ediyor.
Rusya’nın Ukrayna ile savaşmasına rağmen NATO Zirvesinin en önemli konusu Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmasına koyduğu rezervdi. Önemli olan diğer husus ise aylardır devam eden Rusya-Ukrayna savaşıydı.
Ancak son derece mühim olan bir konunun pek çok yorumcu tarafından dikkatlerden kaçırıldığı kanaatindeyim.
NATO’nun sonuç bildirgesinde yer alan “Çin’in hadsizliği(!)” vurgusu ve Çin’in NATO’ya, “Çin'in barışçıl kalkınmasını kötülemek için iftira atıyorsunuz… Çin hiç kimseye sistematik tehdit olmayacaktır ancak bize bir sistematik tehdit gelirse oturup hiçbir şey yapmadan bekleyecek değiliz” cevabı gereken ilgiyi görmedi. Doğrusu biz de bu yazımızda bu hadiseye fazla ilgi göstermeyeceğiz çünkü Türkiye’nin muhalefet partilerinin kifayetsizliği ve bu kifayetsizlikten kaynaklanan “tersyüzcü” yaklaşımı önemli olduğuna inandığımız bu konuya eğilmemize mani oldu.
Rusya Ukrayna’ya saldırdıktan sonra Rusya’ya komşu ülkeler tedirgin oldu. II. Dünya Savaşından sonra yaşananları hatırlayan İsveç ile Finlandiya NATO’ya üye olmak isterken Türkiye engeline takıldı. Türkiye, NATO’nun iç hukukundan kaynaklanan yetkisi gereği iki ülkeye, “Türkiye aleyhine faaliyet gösteren terör örgütlerine verdiğiniz desteği kesmediğiniz müddetçe size NATO kapılarını açmayacağız” dedi. Bu açıdan NATO Zirvesi büyük bir önem kazanmıştı.
Zirve öncesi iki ülke temsilcileri, NATO Genel Sekreteri ülkemizin yetkilileri ile pek çok toplantı gerçekleştirerek Türkiye'nin taleplerini dinlediler, tartıştılar. Akabinde iki ülke günlerce Türkiye'nin şartlarını maddeler halinde kendi kamuoyları önünde tartıştılar. Nihayetinde isteklerimizi kabul ettiler ve NATO Zirvesinin yapıldığı Madrid’de Türkiye, İsveç ve Finlandiya bir mutabakat metni imzaladılar. Bu imza ile iki ülkenin NATO’ya girmelerine SARI IŞIK yakmış olduk. İmzalarına sadık kalmaları halinde Türkiye de kendilerine YEŞİL IŞIK yakacak. Tabi ki iki ülke imzalarının gereğini yapmazlarsa KIRMIZI IŞIK da parmaklarımızın altında, şuracıkta duruyor.
Elbette her şey Türkiye'nin istediği gibi olamazdı. Diplomaside istediklerinin yüzde yüzünü almak istisnalar dışında hiçbir ülkeye nasip olmamıştır lakin Türkiye bugüne kadar sürdürdüğü diplomasinin meyvelerini fazlasıyla aldı diyebileceğimiz bir süreç yaşadı. Bu yüzden Türkiye'nin bu zirvede imzaladığı mutabakat metnini “diplomatik zafer” ya da “üstün başarı” olarak kabul etmemiz hakkaniyetli bir yorum olur.
Muhalefetimiz,
SP Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu dışında olaya kinci yaklaştı: Tayyip
Erdoğan’a yarayan hiçbir gelişme başarı olarak kabul edilemez!..
Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu konuya dair tek twit yazmadı, Babacan ise sadece NATO’ya selam gönderdi.
İP Genel Başkanı Akşener, “Türkiye taviz verdi” derken,
6’lı masanın
büyük ortağı CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben:
E, ne oldu? Gittin imzayı bastın geldin! Oysa ben başta olduğum sürece bunlar NATO’ya giremezler demiştin…şeklinde göndermede bulundu.
Sayın Kılıçdaroğlu biliyor ki Türkiye de Sayın Erdoğan da adı geçen iki ülkeye doğuştan bir husumet beslemiyor. Bu iki ülke terör örgütlerine karşı müsamahakâr davrandıkları için Türkiye'nin vetosu ile karşılaştılar. İsteklerimizi yerine getireceklerine dair mütabakat metnine imzalarını attıktan sonra“sizi yine NATO’ya almayacağız” demek Türkiye gibi bir devletin ciddiyetiyle bağdaşmazdı.
Türkiye'nin NATO’da ve bölgesindeki oyun kuruculuğu, Madrid Zirvesini sıradışı bir zirve kılmasıyla bir kez daha görüldü.