Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.32
Gram Altın
2917.61
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 Şubat 2020

‘Sınıfta Kalmak Geri Geliyor’ Müjdesi!..

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Sözcü Gazetesi’nden Saygı Öztürk aracılığıyla “büyük müjde”yi vermiş:

“Sınıfta kalma geri geliyor!..”

Eğitimde “seviye düşüklüğü”nün sebebini büyük ölçüde “sınıfta kalmanın olmaması”na bağlıyor Sayın Bakan, şöyle diyerek:

“Dört işlemi bilmeden lise bitiriliyor. Eğitimde kalitenin ‘daha da’ düşmemesi için bu sisteme son veriyoruz.”

Bu görüşe göre öğrencinin “iyi yetişmemesi”nin “ana sebebi” sınıfta kalma “korkusu”nun olmaması.

“Çalışmasam da geçiyorum nasılsa” diyerek boş veriyor çocuk.

Böyle olunca da “kalite” gittikçe düşüyor.

Okul idarecileri ve öğretmenler de ne yapsınlar; ellerinde “havuç” var ama “sopa” yani “sınıfta bırakma kozu” olmayınca, 18’ini bulmuş “çocuğa” “dört işlemi” bile belletemiyorlar…

Mesele burada yani;

“Çocuk sınıfta kalmaktan korkarsa, ‘seve seve’ ders çalışır!”

Hatta ve hatta…

“Sınıfta kalma korkusunu” verin çocuğa; “İngilizce” işini bile becerir, ne o öyle “on beş sene oku”, iki sağlam cümle kurama!..

Hep bunlar “sınıfta kalma” olmadığı için oluyor!

Efendim;

Doğrusunu isterseniz, ben böyle olduğunu hiç düşünmüyorum.

(Aslında sınıfta kalmak yok değil de, geçiniz..)

Eğitim işlerine çok kafa yormuş, ve bu yaşında hâlâ “örgün eğitim kurumlarından birinde” ders almakta olan bir talebe olarak…

“Not korkusu”nun öğrenmede “başat” faktörlerden biri olduğuna inanmıyorum.

Vaktinde, bizi “resim ve müzik” derslerinden sorumlu tuttular, “not korkusu” çoktu; resim ve müzikten bütünlemeye kaldığımızı hatırlarız…

Amma velâkin, müzik hocası “ince çubuğu”, resim hocası da “fırçayı” sınıfta bırakma tehdidiyle salladı diye gayrete gelmişliğimiz de olmadı.

Ezberletilen notalardan hiçbiri de aklımda değil, oh canıma değsin!

Bir “talebe” veya “çalışan”, yaptığı işi seviyorsa, yaptığı iş “kabiliyetlerine” uygunsa, o işi “iş” olarak değil de adeta bir “oyun” olarak görüyorsa başarır!..

Mesele dersleri “ciddileştirmekte” değil, “oyun haline” getirebilmekte.

Zevk alırsanız, farkında olmadan başarırsınız!..

Mesele ne?..

Mesele, kabiliyetleri vaktinde keşfedebilme meselesi.

Herkesin sınavlarda geçebilecek kadar “bilgi” sahibi olmasını, ancak hiçbir alanda derinlere girme arzusu duyacak kadar “ilgi” sahibi olmamasını “hedefleyen” bir sistem.

Sayın Milli Eğitim Bakanı’nın ortaya koyduğu “başarı” kriterine göre, her dersi “orta ile” geçebildim mi tamamdır!..

Vallahi de, Billahi de ben Ticaret Lisesi’nde öğrenciyken sınıfta kalma vardı.

Bunu ben yaşadım, bir sene sınıfta kaldım.

Sonra, okulu bitirdim, “orta” ile!..

Edebiyat dersinde bir numaraydım, yazamayanların kompozisyonları benim elimden çıkardı.

Lâkin, maliyet muhasebesinden filan hiç hazzetmezdim.

Edebiyatta çok iyi olmam ortalamaya fazla tesir etmedi.

Her dersten “orta” alabilmek, benden beklenendi!..

Benim taaa başından yaptığım hata, daha doğrusu “telkinlerle” bana yaptırılan hata, asla kabiliyetli olmadığım bir alana yönlendirilmemdi.

Tertipli, düzenli olmayan, kafası “kilometreler boyunca alt alta dizilecek” rakamlara nefretle bakan bir çocuğun, üç kuruşluk bir açık olsa “hesap kapattırmayan” bir modelde ne işi vardı!..

Ben ki, sürekli olarak kalemlerini, defterlerini kaybeden, boynunda kaybedilmesin diye “ipe takılı silgi” ile dolaşan…

Masa başında oturmaktan nefret eden, sürekli olarak gezmeye, tozmaya, ona buna soru sorup bunaltmaya meyilli bir çocuğu tutup da “Ticaret Lisesi”ne yönlendirmek büyük hata değil miydi?..

İstediğin kadar “sınıfta bırakırım!” de, istediğin kadar "sopa” göster, olmazsa olmaz.

Beni vaktinde keşfedecektiniz!..

Gençleri vaktinde keşfedeceksiniz!..

Çocuğu not korkusu ile “yola” getirmek!..

Ya Allah aşkına, bizim lise yıllarımızda, “İngilizce”den pekâlâ kalınabiliyordu…

Sorun bakalım, yüzde kaç İngilizce öğrenebilmiş liselerde, ya da Almanca, Fransızca, Arapça…

Vesaire…

Çocuğu neredeyse bebeklik yaşında sistem içine alıp, “reşit” oluncaya kadar ha-bire “yabancı dil” dersi verip, yurt dışına gittiğinde “ekmek alabileceği” kadar “lisan” öğretemeyen bir sistem havuç gösterse ne, sopa gösterse ne?..

Bırakın, onu bunu…

İlahiyat Fakültesi mezunlarının çoğu “Günlük Arapça”yı konuşacak durumda değil.

Sınıfta kalma olmadığı için mi?

***************

DERSİ SEVDİRMEK!..

Sayın Bakan çok iyi bilir;

Üniversitelerde bazı hocalar ısrarla yoklama alır, bazı hocalar da kendilerine güvendikleri için “İstifade etmek isteyen gelsin, zorlama yok!” der.

Eğer hoca, talebelerle arasındaki bağı iyi bir şekilde kurabilmişse, onlara “öğrenme arzusu” verebilecek alt yapıya sahipse o dersin “müşterisi” çok olur.

Hele hele, “arzulu hoca ile arzulu talebeyi” bir araya getirmişseniz, o ders tadından yenmez.

Çocukları “not korkusu” ile motive edemezsiniz efendim.

Geçmek için çalışılan dersler unutulur!..

“Sınav hepten boş iştir!” demiyorum elbette…

“En önemli işlerden biri değildir!” diyorum.

En önemli mesele, “rehberlik” sistemini geliştirebilmektir.

Yanlış öğrenci yanlış okulda ve yanlış deste ise, istediğiniz kadar zorlayın verim alamazsınız!..

Ha bu arada;

Sayın Milli Eğitim Bakanı “Dört işlemi bilmeden lise bitirenlerden” bahsediyor.

Toplama, çıkartma, çarpma bilmeden mezun olan çok azdır herhalde…

Bölmede problemler var, onu da “sağlama” yoluyla hallediyorlar.

Ben, dört işlemi bilmeden liseyi bitiren çok genç görmedim ama “28 Şubat nedir?” bilmeden üniversiteyi bitiren çok genç gördüm.

Milli Eğitim Bakanımız, “28 Şubat’ı bilse ne, bilmese ne?” demez eminim.

Yazıyı üç “adet” soru ile bitirsek:

“Darbeler tarihimizi bilmediği için de sınıfta kalan öğrenci olacak mı?”

Darbeler tarihimiz, müfredatta ayrıntılarıyla yer alacak mı?”

Darbelerin ardındaki dış güçler ayrıntılı olarak anlatılacak mı?”

x

Tefekküre geliniz!..