Sınıfta kaldık
İnsan ne kadar
kör olursa olsun, görmek istemeyen kadar kör değildir. Fiziki körlüğün tedavisi
mümkündür, ancak kalbin körlüğü tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır. Bu
hastalığın tek tedavisi hakikat ile yüzleşmek ve Hakka ram olmaktır. Hakka ram
olmak ise söylem ile başlar ve eylem ile devam eder. Bir kul olarak insan Hakka
ram olmak konusunda üzerine düşen gayreti yapmaktan imtina ederse kalbin
körlüğü başlamış demektir ve bu durum kalbin mühürlenmesine kadar gider. Nihayetinde
hidayetin kapısı ilelebet kapanır ve insanın varacağı durak delaletten başka
bir yer olmaz. Zaten içinde bulunduğumuz şu girift dünyada yaşantımız araftan
başka bir hal değilken yanlışta ısrar körlüğümüzü arttırmaktan başka bir işe
yaramaz.
Ümmet olmanın
bilinci Peygamberi örnek almak ile başlar. O, beşeri ve nebevi olarak her
haliyle bizim için en güzel örnekti. Tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getiren
Peygamberin (SAV) ümmeti olduğumuzu iddia ediyoruz ve bunun neticesi olarak da
diğer insanlara dini anlatmakla sorumluyuz. Sorumluluğu yerine getirmede
zayıflık gösteriyorsak ortada bir sorun baş göstermeye başlamış demektir. Ortada
bir sorun var ise de soruna sırt dönmekle mesele çözülmüş olmuyor. Kişinin
kendisinin bizzat tarafı olduğu bir sorunu başkasından çözmesini beklemesi
sorumluluktan kaçmaktır ve bu haslet de maalesef ki çağımızın en büyük
hastalıklarından biridir.
Üstad Necip
Fazıl’ın “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... ‘Zaman bendedir ve mekân bana
emanettir!’ şuurunda bir gençlik...” sözleriyle başlayan ve “’Kim
var!’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ‘Ben varım!’
cevabını verici, her ferdi ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna
sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...” diyerek devam eden
Gençliğe Hitabesinde de belirttiği üzere sorunu da sorumluluğu da kendinde
arayan bir nesil inşa etmemiz gerektiğinin hakikatini bugünlerde daha iyi
anlıyoruz.
Dün geldik,
bugün yaşıyoruz ve yarın hepimiz biliyoruz ki gideceğiz. Hakikat bu kadar
aşikâr iken maalesef önceliklerimiz değişti. Soyuttan somuta, maneviyattan
maddiyata, ahiretten dünyaya yönelmeye başladığımızdan beri hayatımızın
merkezine aldığımız değerler de değişmeye başladı. Öncelememiz gerekenleri
öteledik, ötelememiz gerekenleri ise önceledik. Halimiz böyle olunca da duygu
karmaşası içerisinde duyarsızlaşmaya başladık. İşin acı tarafı ise bu halimizin
yanlışını fark etmek bir yana ona kılıflar bulup haklılığımızı ispat cihetine
yönelerek maskelerle gerçeklerin üstünü örtme marifetine teşebbüs ediyoruz.
Yanlışımızı kabullenmediğimiz için de doğruyu yapamadık ve sınıfta kaldık.
Bunun en büyük
nedenlerden biri ise bilinci bilime kurban edişimizdir. Karşılaştığımız her
meseleyi, her durumu determinist ilkelerle bilimsel temellere dayandırma
gayretine düşerek hakikati maneviyattan soyutladık. Somutu soyuta tercih ettik.
Böyle olunca da harflerle sınıflandırdığımız son kuşağın düğümünü yanlış attık.
Alfabede harf kalmadı, ancak biz yine de sınıflandırmaktan geri durmuyoruz.
Sınıflandırırken sınıfta kaldığımızı fark edemiyoruz. Sonra da % 99’unun
Müslüman olduğunu iddia ettiğimiz ülkemizde, birileri çıkıp çok rahat kutsala
ve değere hakaret edebiliyor. Tutarsız cümleler mezarlığı oldu zihnimiz.
Benzer hareket
gayrimüslim bir ülkede yapılmış olsaydı o ülkeyi boykot eder, duruma etmedik
laflar bırakmazdık. Lakin aynı hareket kendi ülkemizde olunca bu hadsiz eylemi
eğlence adı altında yaptıkları için bir şekilde konuyu kapatma cihetine yöneliyoruz.
Sonra da yeni neslin alfabetik karşılığının arkasına sığınarak savunulacak ve
konuşulacak pek bir şeyimiz kalmamış halde bu halimize göz kapayıp kulak
tıkayarak mangalda kül bırakmıyoruz. Emin olun, dünümüz nasıl bugünden iyiydiyse
yarınımız da bugünümüzden daha kötü olacak. Bugün sustuğumuz hakikat yarın kâbusumuz
olacak.
Sınıfta
kaldık... Yapmamız gerekeni yapmadığımız için sınıfta kaldık. Öğretmen olarak
sınıfta kaldık. Öğrenci olarak sınıfta kaldık. Ebeveyn olarak sınıfta kaldık.
Çocuk olarak, eş olarak, imam olarak, cemaat olarak, dernek olarak ve STK olarak
sınıfta kaldık. Dahası ve en acısı insan olarak sınıfta kaldık.
O facia ve akla zarar eylemi gerçekleştiren ve o olayda dahli olan öğrencilerin yaptıkları davranışın yanlışlığının büyüklüğü bir tarafa, asıl meselenin o gençlerin hangi ara bu zihin dünyasına sahip olduğunu sorgulamamız gerekiyor.Kutsal kitabımız ile bu kadar rahat dalga geçilmesi ve fiziki bir zarar verilmesi kalbin körlüğüne giden yolların taşlarıdır. Kendilerini harflerle büyüttüğümüz bu neslin ihyası ve inşası için taşın altına sadece elimizi değil, yüreğimizi de koymalıyız. Aksi takdirde üç kuşak birden sınıfta kalacağız. Rabbim, bizleri çocuklarımızla imtihan etmesin ve akıbetimizi hayreylesin. Âmin.