Sınıflar dolu, okullar boş mu kalsın?
“Daha dün annemizin kollarında yaşarken
Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken
Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk
Sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz”
Fransız kökene ait olup Mozart tarafından bestelenmiş, birçok ülke diline de çevrilen bu dizeler coşku ve heyecanı içerisinde barındırmanın ötesinde derin anlamlar taşır. Ülkemizde de bir dönemin çocukları bu dizelerle büyüdü ve hâla okutulmakta ve ezbere bilen öğrenciler var. “Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk” sözüyle çelişir mi bilmem ama günümüzde sınıfların dolu, okulların boş olduğunu düşünüyorum.
Ne demek sınıfların dolu, okulların boş olması, biliyor musunuz? Öğrenci sınıfta ve sınıfı doldurmuş ama bir an evvel okulun dış kapısından çıkıp gitmenin hayalini kuruyor. Öğrenci sınıfta ama okulu sevmiyor. Öğrenci sınıfta ama okul ona cazip gelmiyor. Öğrenci sınıfta ama sınıf dışında her şey ile ilgili. Öğrenci sınıfta ama sınıfta olmak istemiyor demek. Belki de bu söylediklerimden çok daha fazlası demek. Sınıflara girip, çocukları dinleyip, okulları onlardan dinlesek eminim ki hayretler içerisinde kalacağız.
Günümüz öğrencilerinden kaç tanesi “Sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz” diyebiliyor sizce? Okulu seven, evi gibi gören, okulda oldukça mutlu olan kaç öğrenci var? Okulları öğrencilere sevdiremediğimiz için mi öğretmenler mutsuz, öğretmenlere sevdiremediğimiz için mi öğrenciler mutsuz?
Normalde okullar sevginin merkezi, huzurun adresi, mutluluğun kaynağı olmalı. Okula giren bir öğrenci bir daha çıkmak istememeli. Normali budur; bunu bulmalı, icat etmeli, tesis etmeliyiz.
Sabah öğrencinin çıkarken ağlayarak gittiği ağlama duvarlarına dönüşmemeli okullar. Neşenin, tebessümün, kendini arayanların kendini bulduğu mekanlar olmalı okul. Bilginin öğretildiği yer değil, bilginin üretildiği yer olmalı. Çocuk bilgi üretmeli, bilgiyi tüketmemeli. Bilgiyi tüketen çocuk tükenir, bilgiyi üreten çocuk var olma mücadelesi verir, ülkeyi güçlü kılar, kalkındırır.
Okullar salt bilginin öğretildiği, tüketildiği, kuru müfredata dayalı fiziksel mekanlar değil; öğrencinin hayata hazırlandığı mekanlar olmalı. Hatta okullar hayatın kendisi olmalı. Çocuk, okulda deneyimlemeli, yaşamalı, yaşam merkezli olmalı. Okullar yaşantıya dayalı uygulamaların, öğrenmelerin üretildiği fiziksel mekanlar veya bu fiziksel mekanların çok daha ötesinden bir anlam taşımalı.
Okul çocuğun dünyasında anlam kazandığı kadar anlamlıdır. Yeni nesil teknoloji ile donatılsa dahi çocuğun dünyasında bir karşılığı yoksa o okul anlamsızdır. Okullar çocukların yaşantıları ile özdeşleştiği ölçüde anlam kazanır. 7 yaşında kendini arama yolculuğuna çıkan bir çocuk 12 yıllık zorunlu eğitim süreci boyunca kendini gerçekleştirmesine fırsat sunulmuşsa ‘yaşasın okulum’ der, ‘sevinçli’ olur.
Çocuk okulda kendini özel hissetmeli. Bu nedenle özel okullara karşı bir duruşum olmuştur daima; okullar özel olmalı, özel okullar olmamalı tezini savunmuşumdur. Okullar özel, öğrenciler özel olmalı ki öğrencilik hayatı çocuklar için özel ve anlamlı olsun.
Bu çocuklara en güzel ortamlarda en verimli kaynaklarla eğitim-öğretim hizmetini sunmazsak toplum olarak hepimiz büyük bir vebal altına girmiş oluruz.
Okulları çocuklara sevdirmenin bir formülünü bulmalıyız.