Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Mart 2013

Sinema Okulu

Sinema çocukluk rüyalarımızı süslerdi. Henüz beş altı yaşlarımdan itibaren gidip Gazi Sineması'nda eski Yeşilçam filmlerini seyrederken büyülü bir dünyaya kanat açardım. Bir geceleri yıldızlı gökyüzünü seyrederek uyuduğum zamanları unutamıyorum, bir de bize farklı dünyaların kapılarını açan sinema salonlarını. Aradan yıllar geçti. O çocuksu şölenleri yaşadığımız dönemleri gerilerde bıraktık. Amatör ruhla yapılan o filmlerdeki sıcaklığı, samimiyeti bugün bile niçin arıyorum acaba? Aslında sinemada hiç geri değiliz. Teknik imkanlar çoğalmış, sinema sanatının ufukları genişlemiştir. Ama bir şeyler eksik. Toplumun özellikle muhafazakar kesimin yıldızı, sinema ile bir türlü barışmamıştır. Elbette bunun çeşitli sebepleri vardır. 1970'li yıllardaki seks furyası Yeşilçam'ı baltalamıştır, o zaman hem toplum sinemaya küsmüş, hem de iyi sanatçılar kenara çekilip terk-i sanat etmişlerdir.

Türk sineması çok kötü olsaydı, bu kadar nitelikli yapımlar olur muydu, bir çok filmimiz yurtdışında ödül alır mıydı? Elbette bu yükselişi görmek lazım. Ancak bir husus var. Bizde ne hikmetse genelde iyi ve kaliteli filmlerin seyircisi az oluyor, berbat, eleştirilen filmler ise tavan yapıyor. Niçin bu böyle, üzerinde biraz düşünmek lazım.

Önce şu soruyu kendimize sormamızda fayda var. Toplumun büyük bir kısmını oluşturan muhafazakar kesimin bir sinema derdi olmuş mudur, bence hayır! Eğer yarım yüzyıllık geçmişi olan bir "Milli Sinema" (yerli sinema, beyaz sinema, İslamu00ee sinema da deniliyor) şu an içinde topu topu rahmetli Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan ve İsmail Güneş'i yetiştirmişse bunun vebali kimdedir? Bu zafiyet niçin? Çünkü biz sinemayı bir türlü sanat olarak benimsemedik. Çakmaklı'nın o hala dillere destan olan Kuruluş (Osmancık), Dördüncü Murat, Aliş ile Zeynep, Küçük Ağa isimli filmleri devletin, yani TRT'nin desteği olmasaydı çekilebilir miydi sanıyorsunuz? Peki daha sonra o tarz filmler neden yapılmadı? Çakmaklı, ahir ömründe Samiha Ayverdi'nin Batmayan Gün filmini çekmek istiyordu. TRT'den o zaman niçin red cevabı geldi? Hadi diyelim ki, roman sinema diline elverişli değil, peki İbrahim Efendi Konağı veya Mesihpaşa İmamı romanı sinemaya aktarılamaz mıydı? Millu00ee Sinema'nın öncülerinden yönetmen Salih Diriklik niçin sinemadan uzaklaştı?

İki yıl önce ESKADER'in Babıali Sohbetleri'nde konuşan Hekimoğlu İsmail, konu sinemadan açılınca, "Minyeli Abdullah romanımın filmi çekildikten sonra bazı dostlar bana 'Öbür tarafta vebali var, milleti sinema salonlarına soktun.' demişlerdi." Bunu duyunca hepimiz şaşırmıştık. Peki bu anlayışın temsilcileri, sinemada başarılı olabilir mi?

TYB'nin Kızlarağası Medresesi'nde Bünyamin Yılmaz yönetiminde sinema toplantıları yapılıyor. Son konuşmacı İsmail Güneş'ti. Güneş, gönlünü sinemaya kaptırmış bir dost. Benim de Edebiyat Fakültesi'nden sınıf arkadaşım. Türkiye'deki tartışmalı festivallerde görmezden gelinen, dünya

festivallerinden ödüllerle dönen filmi Ateşin Düştüğü Yer'in başına gelenleri anlatırken hayret ettik. Oscar'a aday gösterilen filmin geçirdiği süreçleri dile getirirken bir bakıma sinemamızın fotoğrafı gösterilip hali pür melali anlatıldı. İsmail Güneş, Natuk Baytan'ın asistanıydı. Bir çok değerli filme imza attı. Üçlemesinin son filmi "Ateşin Düştüğü Yer"i seyreder etmez, "Tamam" dedim, "Ödüle hak kazanan iyi bir film." Nitekim tahminimde yanılmadım, film dünyada bir çok önemli festivalde ödüllendirilirken Türkiye'de bazı çevrelerin her zaman uyguladığı 'sükut suikasti'ne uğradı. Muhafazakar kesim zaten sinemayla ilgilenmez. Dolayısıyla film, salon bulup da gösterime giremedi, yazık. Filmi seyrettikten sonra fikirlerine değer verdiğim yönetmen arkadaşlarıma sordum. Hepsi mükemmel bulmuştu. ESKADER'in sinema ödülünün bu filmi dolayısıyla İsmail Güneş'e verilmesi kararlaştırıldı. 20 Nisan'da Ali Emiri Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek olan ödül töreninde İsmail Güneş de inşallah aramızda olacak. Bütün sanatsever dostları bekleriz.

Muhafazakar kesimin sanat derdi yok demiyorum. Edebiyatta çok iyi bir yere gelindi. Yüzlerce yayınevinden yüzlerce kıymetli edebu00ee eser çıkıyor. Artık sadece Nazım Hikmet'in, Yaşar Kemal'in kitapları dünya dillerine çevrilmiyor, 100'e yakın yazarımızın şiir ve hikaye kitapları, romanları dünyanın farklı dillerine aktarılıyor. Edebiyat vadisinde kat edilen bu mesafeyi maalesef sinema ve tiyatroda göremiyoruz.

İsmail Güneş'le sohbet yaklaşık iki saat devam etti o gün. Dinleyiciler de sorular sordular, düşüncelerini paylaştılar. O toplantının sonunda Bünyamin Yılmaz'a, "Bir sinema okulu kurulmalı. Yeni sinemacı gençlerimiz yetişmeli." dedim. "Abi dedi, Ali Murat Güven Üsküdar'da böyle bir okul açıyor." Bu habere çok sevindim. Bu bir müjdeydi. Ali Murat Güven de sinemamızın yüz akı isimlerinden. Ona destek olunmalı. Gerek Üsküdar Belediyesi, gerek Kültür ve Turizm Bakanlığı, öncelikle sinema çevreleri böyle hayırlı bir oluşuma sahip çıkmalı. Bu gayretinden dolayı Güven'i candan kutluyorum. Bu okulda Üstün İnanç, Mesut Uçakan, İsmail Güneş, Semih Kaplanoğlu, İhsan Kabil ve Yusuf Kaplan ders vermelidir. Geleceğin Metin Erksanları, Halit Refiğleri ve Yücel Çakmaklıları böyle yetişecek, başka yolu yok. Sinemayla birlikte tiyatroya da sahip çıkılmalı. Sahnelerde yerli ses duyulmalı. Yeni oyuncular yetiştirilmeli.

Sinema bir büyülü şölendir. Bizi bambaşka alemlere alır götürür. Mesela bugünlerde Yılmaz Erdoğan'ın Kelebeğin Rüyası isimli filmi vizyonda. Ben seyrettim ve çok beğendim. Genç yaşta vefat etmiş ve unutulmuş iki şairimizin Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayatı lirik bir anlatımla çok iyi anlatılıyor. En önemlisi şiir sevdiriliyor. Bu filmden sonra unutulmuş olan bu şairlerin şiir kitapları en çok satanlar listesine girdi. Demek ki, sinema edebiyata, şiire hizmet edebilir, ihmal edilmiş ve nisyana terk edilmiş edebiyatçıları gündeme taşıyabilir. İsmail Güneş'in haklı tenkitlerine kulak verelim, Ali Murat Güven'in kutlu çabasını destekleyelim. Kazanan, şüphesiz ki bizler olacağız.