Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2965.14
BIST 100
9656.43
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Ekim 2020

Sinema; dertle deva arasında

Sanatın sayıca en fazla dalını bünyesinde tutan sinemanın bir aşure güzelliğinde olduğuna inanırım. Hangi sanatı bulursan içine koyabilirsin. En başta yedi sanat dalının çınarı gibi bir şey sinema. Çok sanat. Yedi/sonsuz sanat gibi…

Sanat şenliği gibi bir şey. Ya da bir ejderha…

Lisedeyken silindir şeklinde siyah beyaz bir çantam vardı. O zaman için çok havalı bir şeydi. Tek gözlü. İçine bütün ihtiyacı, hatta zaaflarınızı, takıntılarınızı bile doldurabilirdiniz. Beyaz kısmına kocaman o sözü yazdırmıştım. Onun gibi…

Sinema da, hatırladığım kadarıyla -en başında İkinci Mahmut’un ecza dolabı üstüne yazdırılan- o meşhur sözü, bercesteyi andırıyor. “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” sözünü…

Koca Ragıp Paşa ile Muallim Naci’ye atfedilen sözün aslı şu şekilde:

“Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tak-ı felek/ Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”

“Bu eski dünya, yeni bir hikmetler dükkânıdır. Ne ararsan bulunur.”

Sinema en son, en yeni dünya. Sinemada da “Ne ararsan bulunur”. Derde deva olup olmayacağı bilinmez. Dert üretim sanatı da olabilir üretenin kasdı ve emeği yönünde. Fakat onca sanatı bir ahenkle içine alarak yepyeni bir sanat ortaya koyuyor. Resim, müzik, heykel, edebiyat, mimari… Yedi sanatın içinden geçerek ve bambaşka bir içerik ve yüzde var oluyor.

Yine de insanın üzerinde durduğu branşı, iş veya sanat fark etmez, özel alanını abartması ve vazgeçilmez ilan etmesi hatasına düşmemeli. Dışarıdan, karşıdan kendi alanına, sanatına bakmayı unutmaması daha tercih edilesi. Çünkü bu; alanını sorgulaması ve bütün, genel içindeki özel fonksiyonunu yerine getirip getirmediğini görmesi bakımından daha iyi bir duruş. Öyle ya; herhangi bir parçanın içindeyken onu büsbütün görürüz. Dünyayı o kafesten ibaret sayarız. Tam tersi, bütünden parçaya baktığımızda kafesi kafeslemiş oluruz. Küçülür. Kuşatırız. Daha iyi tamamlarız.

Sinemanın eklektik ve “çok sanatlı” olması etkileyici ve onu dışarıdan bakılmaz bir büyüklüğe taşıyor. Üretenlerin dışında hemen herkesin, kitlelerin ona -dışarıdan baktığı halde- vazgeçilemez, eleştirilemez bir noktaya taşıyor olması ne ilginç bir kesişme. Çünkü o, dışarıdan onu seyredeni doğrudan içine alıyor. İçinde taşıdığı sanat katmanlarından elde ettiği etkileyiciliği ile izleyicisini kuşatıyor. Bilinçsiz tüketicisini hemen, oracıkta kuşatıyor ve tüketebiliyor. Bilinçli “tüketicisini” ise üretebilme yeteneği var. Bilinçle buluştuğunda bir başka bilinci oluşturma gücü var. Çünkü gerçek sanatların ustaca bir araya getirilmesinden oluşmuş bir başka sanat gücü ve ötesine bir gönderme var sinemada. Sinema ekranının ucu açık… Elbette üretilmiş onca sanatın elele, katlanarak, kanatlanarak gelmesi ve kıymetli bir hayat algısını, güpgüzel bir bakış açısını üretmiş olması umut edilir. Seyircinin bakış açılarını zenginleştirmiş, pencerelerinin pervazını dünyaya, hatta ötelere açmış olması gerekir.

Sinemanın hem sanat üstü, üst-sanat oluşu, hem de kitlelere hitap ediyor oluşu yaman bir çelişki ve aynı zamanda zenginlik imkanı. Diğer sanat başlıkları her insanı, yeter sayıda kafayı kafala-ya-maz. Her gönlü etkilemez. Özel ilgilisi dışında olanı gönüllüce, saygıyla dışarıda bırakır. Fakat sinema kitlelere hitap iddiasındadır. Dışarda kalmak isteyeni de baskılayan bir etki potansiyeli vardır. Ve evet, kat kat sanattır. Her sinema için bu cümleyi kuramayız cümlesi lüzumsuz. Fakat kitleleri hiç hesap etmeden iddiasının peşinden giden bir sinema bile sonradan kendisinden yüz çevirecek olan pek çok başı, kısa süreliğine de olsa kendisine döndürebilir. Kitle, gişe sinemasına göre ise insan zaten yalnızca bir rakamdır. “Sayılması” gereken bir sayı…

Sinema istekli, isteksiz, ihtiyari veya gayri ihtiyari kitlelerin karartılmış da olsa illa dönüp baktığı ve olsun varsın bakakalacağı “göğüdür.” Varlığın içinde özellikle gökyüzünün ve yaşamları/sinemaları, kaderleri/kurguları, olayları/fenomenleri ile hayatın seyrini ekranlar alalı epey oldu. Bütün bir varlığın, hayatın kervanını sinemanın içinden geçiriyoruz. Dolayısıyla uzun zamandır gök veya yeryüzünü seyrettiğimiz hususi penceremiz; ekranlarımız ve en çok ta sinema…

Sinema en başında da bu kadar insanın ve hayatın sorumluluğunu alacağını biliyor muydu? Sinema bu kadar ağır yükü kaldırabiliyor mu? Ondan önce kaldırmaya talip mi? Bir sanattan, bin sanatı da içine alan bir sanattan mı bahsediyoruz, yoksa ticari bir üretim sürecinden ve hesaplanabilen bir şeyden mi bahsediyoruz? Üstelik az pahalıya üretilmeyen, çok da emek isteyen bir sanatın hakikatte bize/insanlığa neye mal olduğunu nasıl hesaplayabiliriz?

Tam da burada Tarkovsky’yi anmak, şimdilik iyi gelecektir.

"Sık sık sanıldığının aksine, sanatın işlevsel belirlenimi, düşünmeyi teşvik etmek, bir düşünce iletmek ya da bir örnek oluşturmak değildir. Hayır, sanatın amacı daha çok, insanı ölüme hazırlamak, onu iç dünyasının en gizli köşesinden vurmaktır."