Simit, et ve aşk
Bütün sorun
düşünme eyleminin eda edilmeyişi
Tıpkı bir
ibadet gibi...
Bir kenarda,
yalnızlığın şölen haliyle. Gelişigüzel törenler, resmi görevler silsilesi
halinde devam eden hayatın yanında ona yön veren iç bilge gibi...
Düşünmek.
Kitap
düşündürmek için vardır. Allah düşündürür. Dostudur insanın çünkü.
Kitaplar
düşünülmüşler demetidir. Koklarken ve saksınıza alırken bir daha düşünülmeyi
hakkederler. Okşanarak bırakılmayı veya...
Düşüncesizlik,
düşünemeyiş, dalıp gitme, unutma insan oluştur
fakat aynı
zamanda olamayışın biricik olumsuz nedenidir ve bu nedenden sıyrılarak bulur
insan kendini.
Özellikle de yalnız kalmak büyükçe bir düşünme imkanının ta kendisidir. O
yüzden mi yalnız kalmaya korkar insan bilmem ki…
Yalnızken, yalnız değilsinizdir. Düşünmeye devam ediyorsanız. Bir başkası
olmadığında içinizden bir diğeriniz çıkagelir ve size eşlik eder. Bir saat
içinde dahi kendi kendinizle, farklı konulara değinerek çok zevkli muhabbetler
yaşarsınız. Bir başkası olduğunda ise çoğunlukla yalnızca dışınızdaki kendiniz
muhatabınızla ilgilenir. Benden içerideki beniniz ise susar ve çoğu zaman
uyuklar. İçimizle, dışımızla cümbür cemaat birlikte olduğumuz insanlar ise
hepimiz için nadirdir.
Yalnızdım.
Hayır.
Yine kendimle birlikteydim.
Geçenlerde İstanbul dışında, sineklerin birer kelebek havasında hiç
istiflerini bozmadan uçma özgürlüklerini yaşadıkları bir çay evindeydim.
Oturmuş bulundum. Çay sarayı mı deseydim. Yok. Burası saraysa bu sinek
taburunun işi ne? Yoksa bu sinekler saray sineği mi?
Simidi hunharca ısırabilmek için deniz seyri süsü verip, denize dönerek
yediğimiz her zaman; “ah yanında bir bardacık çay olsaydı” dediğimiz vakidir.
Simidimizi saraya gerisin geriye yerleştirdiklerinin üstünden epey zaman geçti.
O vakitler biraz şaşırsak ta bir süre sonra “fena durmuyor” diyerek elimizde
can kurtaran lezzetimizle hayali saraylara yerleştik ve karın doyurmaya devam
ettik.
Sokak yiyecekleri arasında ilk simit saraylı olmuş tarihte. Sonrasında
“Simit Sarayı” adı altında uyduruk saraylara, sokak satıcılarının yanı sıra
kendisine ait kılınan o mekanlara yerleştirildi. Hakikatte Osmanlı zamanından
beridir onun “saraylı” olduğunu okuyorduk. Sonraları halkın ve yoksulun karın
doyurma sembolüyse de ekmeğe göre halen saraylı sayılır. Çok zaman bir ekmek
fiyatını geçen veya başa baş fiyatıyla. Şimdi yedi buçuk. Yazı yayınlanana
kadar kaç olur bilmem. Bir simitle bir kişi, bir ekmekle en az iki kişinin öğün
edebileceğini düşünürsek, emeği doyuranın yine ekmek olduğu ortada. Bir farkla
ki susamı katık ihtiyacımızı gideriyor. Yalnız ekmeğin yanına illa bir iki
katık aldığımız da malumumuz.
İsim icadı, taklit, rekabet ve bilinmek için bir tecessüs manevrasına bakan
kimi nedenlerle herkes saraya sardı, derken, az evvel bir de "Et Sarayı'
olduğunu görmeyeyim mi bir kasabın? Ama haklı bir tabela bu. Hak veriyorum. Et
hep saraylı... Kurban bayramında biraz tebdili kıyafet halkı gezse de et bizim
ülkemizde hep saraylı…
Neyse konumuz ne aşk ne meşk olsa da herhangi bir konuda uzun süreli
derinleşmemize izin vermemek için cehdeden müzik şiddetine maruz kaldığımız
için aşk meşk konusuna sapıyoruz. Kayıttaki şarkı sözlerini dinlerken, “söz
yazarına” veya söz sözerine gülümsüyorum. Kulaklarıma dikilmiş ciddi
nöbetçilere rağmen nasıl saldırıyor bu sesler.
"Vıy vıy vıy da vıy vıy yaar
Hım hım hım da hım hım yar" ila nihaye devam ediyor. Söz, ağır bir
manayı acayip bir maharetle veciz eylediği için, eserin bütününe ihtiyaç yok
diye düşündüm. Vıy ve hım. Hayat bu iki kelime tohumcuğunda kaynıyor. Yazının başlığı
simit olsa ne fark eder. Aşık da, maşuk da simit ve bazen, hafta sonları
piknikte filan et yiyen insanlardır sonuçta. Onların da acıkan karınları,
birbirlerinin hayatlarına eşlik ederken ödemek durumunda kaldıkları faturaları
ve günün birinde kaliteli sucuk yemek isteyen çocukları olmayacak mı? İlla.
Olacak.
Aşk ve intizar yan yana gidiyor devamındaki şarkılarda. Simit fiyatı
unutuldu vallahi. Aşk herkesi sarayından, kurulu düzeninden ediyor bu şarkılara
göre. Baharında güldürüyor ki, kışında; kıyameti keyfince koparsın.
Bugün hiç susmadı yalnızlığımız. Bana bakarak yine bir şeyler mırıldanıyor.
Diyor ki: “Aşk bir gönül sürçmesidir.”
Ona nerden çıkardın bu konuyu? Diyemiyorum. Zira maruz kaldığımız tüm
sesler ve tabii ki en başta şarkılar, onları istediğimiz kadar beğenmemiş
olalım, bize kısa zamanlarda da olsa meşgul edecek bir gündem bırakmadan
susmuyorlar.
Tekrar ediyor: “Aşk bir gönül sürçmesidir. Kalktığımızda dizlerimizi
silkip, ele güne karşı. Rabbin tebessümle karşıladığı yeminlerle...'Hiç acımadı
ki...' derken ve içimize doğru yağarken...Bir daha asla bir acıyı böylesine
güzel, böylesine anlı şanlı yaşayamayacağımıza ağlıyoruzdur aslında. Aşkın
filan değil, hüznün bittiğine...Zırlıyoruzdur.”