Sima ve dünya
Kitap isimleri muhtevayı aksettirir. Eserin içinde ne var ne yok, okuyucuya bir fikir verir. Bu bakımdan hem kitap kapakları hem de adları son derece önemlidir. Mağazanın vitrini gibidir âdeta. Okuyucu önce kitabın adını ve kapağını görür. Sonra içindekileri merak eder. Arka kapak yazısının da dikkat çektiğini hatırlatmalıyım.
Simalar ve Dünyalar’ı okudum. İrfan sanat dünyamızın mümtaz siması, edebiyatçı Bekir Sıddık Soysal’ın ilk eseri. TRT’de uzun yıllar hizmet eden müellifimiz, radyo için metinler yazdı. Bu seçkin müesseseye 32 yılını hasretti. 1997’de emekli oldu ama sanatkârların emekli olma lüksü yok. Muhtelif kültür projelerinde görev almaya devam etti. Özgün sanat unsurlarını ihtiva eden ödüllere, beratlara, grafik tasarımlarına imza attı. Çeşitli dergi, yıllık, armağan ve hatıra kitaplarında yazıları neşredildi. “Türkçenin Anıtı” diye tavsif edilen “Dede Korkut Anıt Duvarı”nı yaptı. Dede Korkut Kitabı’nın tamamının, mimari formda tecessümü olan bu eserin proje müellifi, tasarımcısı ve sanat uygulama yönetmeni oldu.
Bengü Yayınları’ndan çıkan Simalar ve Dünyalar’ı okuduktan sonra ağabeyimizi telefonla aradım. “Bu hatıralardan, nefis Türkçeden, üsluptan bizi şimdiye kadar niçin mahrum ettiniz?” diye hafifçe sitem ettim. Hakikaten büyük bir hevesle, istekle, heyecanla ve istifade ile okudum. Pek çok notlar aldım. ‘Sima’lardan aşinalar vardı: Nurettin Topçu, Zaptiye Ahmet (Yücel), Orhan Okay, Ezel Erverdi, Ebubekir Erdem, Mehmet Doğan, Ali Uğur, Rıfkı Kaymaz, Mustafa Kutlu, İsmail Kara. Bu çehrelerden vefat edenleri rahmetle andım, yaşayanlara yürekten selam gönderdim. Erzurum, Ankara ve İstanbul üçgenindeki camiada, hususiyetle Hareket ve Dergâh çevrelerinde yapılan hasbi çalışmalardan düşülen notlar, kayda geçen hatıralar…
Yazarımız, Orhan Okay’ın talebesi. Sadece öğrencisi mi? Hocanın cenazesi kabre bırakılırken büyük bir teessür içindeydi. Manevi evladı diyebilirim. “Onun yüzünde asla öfke ve şiddet ifadesi okuyamazsınız. Umumiyetle yumuşaklığın, müsamaha ve sevginin aydınlığını görürsünüz.” diyor Soysal. “Erzurum’un İstanbullu Hocası” Okay, hâl ve davranışlarıyla, kelamı ve inancıyla cümle edebiyatçıların hocası değil miydi? Ama bu portreyi kitaptan okumalı.
Bekir Sıddık Bey’in başında olduğu, kısa ömürlü de olsa bir nesli etkilemiş ‘Emrah Kitabevi’ eserde sıkça geçiyor. Keşke bu isimle müstakil bir eser kaleme alsa. Zira bazı kitabevleri, işyeri olmanın ötesinde dostlar için buluşma, kaynaşma, sohbet ve muhabbet zeminidir; sıcak ocaktır. Kanaatime göre, Emrah Kitabevi, müstakil bir kitap olarak geleceğe bırakılmayı hak ediyor. Zira etrafında oluşan muhit, çok bereketli. Dükkândan ziyade bir edebiyat mahfili olmuş.Bekir Sıddık Bey, yalnızca aşina simaları anlatmıyor bize, hayatımız boyunca ünsiyet kurduğumuz kelimeleri ve kavramları da önümüze seriyor. Onları dimağımıza ve zihnimize yerleştiriyor, gönüllerimize nakşediyor. Türkçenin nefasetini ve ihtişamını görüp hissedebilmek için de olsa bu eser okunsa sezadır. Bilmediğim nazlı ve nazenin kelimeleri, bu sayfalar arasında gördüm ve sevdim.
Yazarımız Nurettin Topçu Mektebi’nin has bir talebesi. Ama artık ‘hoca’lık mertebesinde! Dolayısıyla ‘ara nesil’dendir. Birlikte yol yürüdüğü, tanıdığı şahsiyetlerin mükemmel portrelerini yazmakla iktifa etmemeli, tafsilatlı müstakil eserleri de kültürümüze kazandırmalıdır. Başmuallim Nurettin Topçu’yı yazsa ne iyi olur mesela. Ardından Orhan Okay ve Ezel Erverdi’yi… Sonra diğer ahbabın hayatlarını… Bir ara edibimizin Cinuçen Tanrıkorur’la beraber çekilmiş çok hoş bir fotoğrafını görmüştüm. Kitapta bu büyük musiki üstadımız sekiz sayfada anlatılıyor. Başlığı: “Sükûtu Okşamak” Biz “Zaptiye Ahmet” diyoruz ama bu ‘meçhul meşhur’u bugün kaç kişi tanıyor? Rahmetli Mehmed Niyazi ağabey sıklıkla söz ederdi kendisinden. Bilhassa “Marmaratör”leri heyecanla bize anlatırken. Fikir, sanat ve edebiyat semamızdan ne parlak yıldızlar gelip geçmiş! Hangisini tam tanıyoruz? İyi ki yazarımız gibi mutemet, munis mihmandarımız var. Biz talihli okuyucularını keşfe çıkarıyor.
“Simalar” dedik peki ya “Dünyalar”da ne var? Bu heybede de neler yok ki? Başta Türkmenistan olmak üzere bütünüyle Türk dünyamız… Ata yurdumuz, o muhteşem bozkırımız güzelliğiyle dile geliyor. Soysal, gezen bir kültür adamı. Yüreğinin bir yanı Türkiye, diğer kısmı Türkistan için atıyor. Şehirleriyle, kasabalarıyla, köyleriyle, camileriyle, türbeleriyle, çarşılarıyla gönül coğrafyamız, sayfalarda resmediliyor. Yazı kursunda öğrencilerime gezip gördükleri yerleri yazmalarını söylüyorum ve “Yazmak, seyahatin zekâtıdır.” diyorum. Soysal bu zekâtı en yüksek seviyeden okuyucularına bahşediyor. Notlar alıp derkenarlar yazdım. Ama bir ömrü bereketlendiren bu eseri, şu kısacık yazıda anlatabilmek ne mümkün? Deryadan birkaç katrecik bizimkisi! Kitabı okuyunca hak vereceksiniz. Aziz ağabeyime bu “diş kirası” için teşekkür ederken, yeni eserlerini merak, heyecan, sabır ve şevkle bekliyorum. Bereketli ömür niyazıyla. Yeni ‘sima’ları ve ‘dünya’ları tanıyabilmek dileğiyle.