Şikayet türküsü
Herkes, her an
bir şeylerden şikâyet ediyor. Dert insanın içinde bir türlü durmak bilmiyor ve
bir yolunu bulup su yüzüne çıkmayı başarıyor. Adeta bir süngeri taşa bağlayıp
suya atmışsınız gibi sünger taştan kurtulur kurtulmaz taşı suyun altına
gönderdiği gibi kendi de su yüzüne çıkıyor. Lakin tortusu hala içeride kaldığı
için ne kadar feryat figan edip serzenişte bulunsak dahi içimize batan
taşlardan bir türlü kurtulmayı başaramıyoruz.
İnsanın
şikâyetleri de aynen böyle bir hal almış durumda. Her yaşadığımız durumdan
memnuniyetsiz olup şikâyet bahanesini kendimize siper edinerek sorunlara karşı
savaş açıyoruz. Bu durum da sorunun çözümünden ziyade daha karmaşık bir hal
alıp bilinçaltımızın bu çöküntüyle yıpranmasına neden oluyoruz. Dert dile
dökülüp şikâyet olarak dışa vurulmuş olsa da tortusu insanın içine çöreklenmiş
bir cellat misali her an içindeki ormanda bir ağacı baltalıyor. Bu yüzden insan
derdini dile döktüğü zaman bile bir türlü rahatlayamıyor. İnsanı rahatlatmayan
dert bir çığ olup üstüne üstüne geliyor. Hafakanlar misali ruhu yıprattıkça
yıpratıyor.
Sonra halimize
tercüman olan bir türkü dolanıyor dilimize. Sabah uyandığımızda Kültürümüzdeki
zenginlik bir can simidi gibi yetişiyor çaresizliğimize. Aksi durumda bu kadar
dert, çileye dönüşmeden nasıl gezinebiliriz ruhumuzun ormanlarında! Sevgiden
tutun da ekonomik sıkıntılara kadar her çaresizliğimize yakılan türküler bir
anlık da olsa çekip alıyor bizi dert denizinden.
Peki, türküler çözümü
oluyor mu dertlerimizin? Tabi ki hayır! Sadece bir anlık rahatlama hissi verip
dertlerimizi öteliyoruz. Bir durak öteye atılan dertler sonraki duraklarda yine
bizi bekliyor. Ta ki şikâyet etmeyi bırakıp derdi çözmek için gerekli çabanın
içerisine girene kadar. Bu gayret insanda yok ise onca derdine rağmen
dertsizlik libasına bürünüp gamsızlık limanlarına demir atıyor.
Ancak dertsizlik
de en büyük dert değil midir? Yaşamak için sığındığımız sebepler esasında
dertlerimizin nedeni değil midir? Her ne kadar bireysel bir varlık olduğumuzu
iddia etsek bile bir toplum içerisinde yaşıyor olduğumuz için sosyal sorumluluklarımız
var ve bu sorumluluklarımızı yerine getirmede gösterdiğimiz ihmaller bizi dert
deryasına götüren sebeplerdir.
Dertten şikâyet veya
derdi yok saymak yerine derdin derdiyle dertlenmek çözüm için ilk adım olacaktır.
Aksi takdirde derdi anlatmak tortularında boğulmamıza neden olur.
Her günümüz dünü
şikâyet ile geçiyor. Dünden şikâyet ettikçe yarına dair umutlarımızı
tüketiyoruz. Mevlana’nın “Her gün bir yerden göçmek ne iyi/Her gün
bir yere konmak ne güzel/Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/Dünle beraber gitti,
cancağızım/Ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
şiiri şikâyetten vazgeçip çözüm için yeni ve farklı şeyler yapmamız gerektiğini
bize ne güzel anlatıyor.
Çözüm için
denediğimiz yollar bizi doğru yola çıkarmıyorsa yeni çözümlerle doğru yolu
bulmak gerekir. Denenmemiş hiçbir yol kalmayana kadar azim ile çalışmak bizi
çözüme götürür. Şikâyet ettikçe hiçbir yere varmış olmuyoruz.
Deneyerek doğruyu bulmak gibi bir sorumluluğumuz var. Yaptın, baktın olmuyor, yeni bir şey denemek ve yapmak lazım. Aksi takdirde her şeyden şikâyet ede ede çaresizlik ülkesine giden şikâyet gemisinde aciz bir halde kalakalacağız. Sonra her sabah uyandığımızda bir şikâyet türküsü dolanacak dilimize ve elimiz cebimizde ağır aksak yürüyerek geçip gideceğiz dünyadan.