Şiirler deprem faciasını anlatıyor
Doğal bir olay olarak gerçekleşen deprem, dayanılmazı zor insani acılara neden olmaktadır. Deprem sonucunda maddi ve manevi birçok yıkım yaşayan insanlar, binbir zorluk içinde hayata yeniden tutunmaya çalışmaktadırlar. Bilimle, akılla, mimariyle ve mühendislikle insani ihtiyaçlara uygun yaşam alanlarının olşturulmasıyla deprem faciasının neden olabileceği insani maliyeti minimuma indirgemek mümkünken doğanın rant ve güç uğruna talan edilmesi telafisi imkansız bir şekilde bireylerin ve toplumun yıkımına neden olmaktadır. Deprem, bir kader değildir. Deprem, insanların beceriksizliğinden, ihmalkârlığından, vurdumduymazlığından ve ehliyetsizliğinden kaynaklanan, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde uzun vadeli olarak oluşması sağlanan bir insani faciadır. İnsan hayatının mucizelere bağlı olarak kurtulmasını değil, bilimle, akılla, mühendislikle ve sorumlulukla tehlikeye atılmamasını istiyoruz. Şairler, deprem gibi ağır bir insani faciayı şiir yoluyla anlatmaya çalışarak depreme karşı ruhumuzun derinliklerinde tam bir bilinç ve duyarlılık hali oluşturmaya çalışmışlardır.
Voltaire, 1755 Lizbon depremine
dair Lizbon Felaketi Şiiri isimli ölümsüz şiirini yazmıştır: “Ah talihsiz ölümlüler!
Ah şu acınası yer! Ah korku içinde yaşayan tüm ölümlüler! Faydasız acıların
ebediyen sürüp giden! Ve hatalı filozoflar, haykırarak, “her şey iyidir” diyen,
Haydi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları, Küllerini şu
talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları, Birbirinin üstüne yığılmış şu
kadınları ve çocukları, Parça parça mermerler altındaki şu dağılmış uzuvları. Görün
parçalayıp yuttuğu şu yüzbinlerce zavallıyı yeryüzünün! Kanlar içinde, parçalanmış ama hala da kalbi
çarpan, Çatıları altına gömülü ve teselli bulmadan göçüp gidenleri Korkunç
acılar içinde tüketen içler acısı günlerini! Nefesleri tükenirken o zar zor
çıkan haykırışlarına Ve şu tüten küllerin korkunç görüntüsüne, Diyebilir
misiniz bu yasalar, “sonucudur seçimi gerektiren, İyi ve özgür bir Tanrı’nın özgürce
seçtiği ebedi yasaların” Diyebilir misiniz, gördüğünüzde yığınla onca kurbanı: “Bedelidir
ölümleri suçlarının, Tanrı öcünü aldı?” Bu çocuklar hangi suçu, hangi hatayı
işlemiş, Şu zavallılar kan içinde annesinin göğsünde ezilmiş? Daha çok mu
batmıştı ahlaksızlığa, şimdi yok olmuş Lizbon, Sefahat içinde yaşayan
Londra’dan, Paris’ten? Lizbon yerle bir şimdi, oysa Paris’te dans ediyorlar. Huzurlu
seyirciler, gözü pek ruhlar, Enkazını seyrederek ölen kardeşlerinizin, Araştırısınız
nedenlerini huzur içinde, fırtınaların: Oysa siz de aldığınızda düşman Kader’in
darbelerini, Daha insancıl dökersiniz gözyaşınızı bizim gibi. İnanın bana,
yeryüzü yutmak için açtığında ağzını, Masumdur şikâyetim, çığlıklarım da haklı. Çevrili
tüm her yerde zulmüyle kaderin, Ölümün tuzakları ve gazabı kötülerin, Tüm parçaları
saldırılarını hisseden, Acımızın yoldaşları, sızlanmalarımızı hoşgörün. Gurur,
diyorsunuz, baştan çıkarıcı şu gurur, İddia ediyor ki daha iyi olabilirdik, biz
kötüler. Gidin de soruşturun kıyılarından; Eşeleyin enkazı tamamı kaplanmış
kandan; Sorun bir ölenlere bu korku yerinde: Kibir miydi bağıran, “Ey Tanrım
bana yardım et! Diye Acıyın şu insanın sefaletine, ey Tanrı!” Ama “her şey
iyidir” diyorsunuz ve “her şey gerekli” Nasıl yani? Daha mı kötüydü tüm evren, Bu
cehennem çukuru Lizbon’u yutmadan? Emin misiniz, her şeyi yapan, her şeyi bilen
Ve kendisi için yaratan ebedi nedenin, Bizi fırlatmış olmadığına bu acınacak
diyaraKoymadan kaynar volkanları ayaklarımızın altına? Sınırlar mı koyuyorsunuz
böylece o yüceler yücesi güce? Yasak mı koyuyorsunuz onun merhametine? Yok mu
yoksa o ebedi zanaatkârın ellerinde, Amaçları için araçlar sınırsız bütünüyle? Etmeden
saygısızlık efendime, dileğim naçizane, Bu yangılı cehennem, kükürt ve
güherçile, Püskürtmüş olsaydı çöl çoraklığına ateşini. Zira hürmetim çok
Tanrıma ama severim evreni de.Korkunç bir felaket altında inlerse insan eğer, Duyarlılıktır
bu, heyhat, değildir kibir….”
1895 Yılında gerçekleşen İstanbul
depremi yaşadığı derin duyguları Tevfik Fikret şöyle anlatmaktadır: “Bin üç yüz
ondu... Daha dün bu eski yıkıntıya sen/Konuk olmuştun,/Sanki sinirli ve ateşli
hastalar gibi yer/Birden/İçin için ve uzun/Bir sarsıntıyla çırpındı, kırdı,
yıktı... Kaygı/Ve korku soldurdu yüzleri; evler, aileler/Birer döküntü oldu;
kalanlar hep ezik, yıkık;/Korkuyla boyun eğme en onurlu başlarda,/Minarelerin
bile/Yerde başı./İnsan böyle uğursuz bir vuruşla karşılaşınca/Birazcık
uyanır./Biraz uyanmak için bin belâ... Ne kaba ders!/Sen işte böyle kara
günlerin konuğusun,/Yaşayışın elbette/Kolay ve sevinçli bir yolculuk
olmayacak;/Ama Bu çile çölünde/Kolay ve sevinçli bir yolculuğun ancak/Hayali
vardır; uzak bir serap için koşmak/Ve sonunda yorulmak, boşuna yorulmaktır;/Hayatı
gerçeğin deviyle çarpışan kazanır;/Zafer biraz da yıkım/İster; Yüceltici savaşa
koşan şanlı, ama ağır,/Korkulu adımlar atar,/Önünde depremler, arkasında
depremler!”
1939 Erzincan depremini anlatan
unutulmaz bir şiir yazan Aşık Veysel’in şu şiiri bugün yaşadığımız büyük
felakette hissettiğimiz duygularımızı, düşüncelerimizi ve durumumuzu
anlatmaktadır: “Sam değmiş de bağlar dökmüş gazeli/Hanı harap olmuş Keşan
Erzincan/Nice yiğitleri nice güzeli/Feleğin toruna düşen Erzincan/Kimi ana
vermiş kimisi baba/Nice yavru vermiş gelmez hesaba/Felek kor insanı ne kaptan
kaba/Tarihli felaket nişan Erzincan/Bahar gelir güller açmaz bağında/Kainat
uykuda hep yatağında/Bir seher vaktinde uyku çağında/Feryadı dağlardan aşan
Erzincan/Susmuş bülbülleri güller perişan/Garkolmuş toprağa kalmamış
nişan/Kükredikçe dalgalara karışan/Hani Fırat ile coşan Erzincan/Dokuz kırk
altıda uğradım gördüm/Veysel der içimden ağladım durdum/Bu ulu Tanrı'dan
isteyin yardım/Gayret kuşağını kuşan Erzincan.” Depremde hayatını kaybeden
insanlarımızı rahmet diliyor, toplum olarak cehaletle, sahtekârlıkla,
sorumsuzlukla ve vurdumduymazlıkla mücadele etmemiz gerektiğini vurgulamak
istiyorum.