Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Şubat 2023

Şiirler deprem faciasını anlatıyor

Doğal bir olay olarak gerçekleşen deprem, dayanılmazı zor insani acılara neden olmaktadır. Deprem sonucunda maddi ve manevi birçok yıkım yaşayan insanlar, binbir zorluk içinde hayata yeniden tutunmaya çalışmaktadırlar. Bilimle, akılla, mimariyle ve mühendislikle insani ihtiyaçlara uygun yaşam alanlarının olşturulmasıyla deprem faciasının neden olabileceği insani maliyeti minimuma indirgemek mümkünken doğanın rant ve güç uğruna talan edilmesi telafisi imkansız bir şekilde bireylerin ve toplumun yıkımına neden olmaktadır. Deprem, bir kader değildir. Deprem, insanların beceriksizliğinden, ihmalkârlığından, vurdumduymazlığından ve ehliyetsizliğinden kaynaklanan, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde uzun vadeli olarak oluşması sağlanan bir insani faciadır. İnsan hayatının mucizelere bağlı olarak kurtulmasını değil, bilimle, akılla, mühendislikle ve sorumlulukla tehlikeye atılmamasını istiyoruz. Şairler, deprem gibi ağır bir insani faciayı şiir yoluyla anlatmaya çalışarak depreme karşı ruhumuzun derinliklerinde tam bir bilinç ve duyarlılık hali oluşturmaya çalışmışlardır.

Voltaire, 1755 Lizbon depremine dair Lizbon Felaketi Şiiri isimli ölümsüz şiirini yazmıştır: “Ah talihsiz ölümlüler! Ah şu acınası yer! Ah korku içinde yaşayan tüm ölümlüler! Faydasız acıların ebediyen sürüp giden! Ve hatalı filozoflar, haykırarak, “her şey iyidir” diyen, Haydi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları, Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları, Birbirinin üstüne yığılmış şu kadınları ve çocukları, Parça parça mermerler altındaki şu dağılmış uzuvları. Görün parçalayıp yuttuğu şu yüzbinlerce zavallıyı yeryüzünün! Kanlar içinde, parçalanmış ama hala da kalbi çarpan, Çatıları altına gömülü ve teselli bulmadan göçüp gidenleri Korkunç acılar içinde tüketen içler acısı günlerini! Nefesleri tükenirken o zar zor çıkan haykırışlarına Ve şu tüten küllerin korkunç görüntüsüne, Diyebilir misiniz bu yasalar, “sonucudur seçimi gerektiren, İyi ve özgür bir Tanrı’nın özgürce seçtiği ebedi yasaların” Diyebilir misiniz, gördüğünüzde yığınla onca kurbanı: “Bedelidir ölümleri suçlarının, Tanrı öcünü aldı?” Bu çocuklar hangi suçu, hangi hatayı işlemiş, Şu zavallılar kan içinde annesinin göğsünde ezilmiş? Daha çok mu batmıştı ahlaksızlığa, şimdi yok olmuş Lizbon, Sefahat içinde yaşayan Londra’dan, Paris’ten? Lizbon yerle bir şimdi, oysa Paris’te dans ediyorlar. Huzurlu seyirciler, gözü pek ruhlar, Enkazını seyrederek ölen kardeşlerinizin, Araştırısınız nedenlerini huzur içinde, fırtınaların: Oysa siz de aldığınızda düşman Kader’in darbelerini, Daha insancıl dökersiniz gözyaşınızı bizim gibi. İnanın bana, yeryüzü yutmak için açtığında ağzını, Masumdur şikâyetim, çığlıklarım da haklı. Çevrili tüm her yerde zulmüyle kaderin, Ölümün tuzakları ve gazabı kötülerin, Tüm parçaları saldırılarını hisseden, Acımızın yoldaşları, sızlanmalarımızı hoşgörün. Gurur, diyorsunuz, baştan çıkarıcı şu gurur, İddia ediyor ki daha iyi olabilirdik, biz kötüler. Gidin de soruşturun kıyılarından; Eşeleyin enkazı tamamı kaplanmış kandan; Sorun bir ölenlere bu korku yerinde: Kibir miydi bağıran, “Ey Tanrım bana yardım et! Diye Acıyın şu insanın sefaletine, ey Tanrı!” Ama “her şey iyidir” diyorsunuz ve “her şey gerekli” Nasıl yani? Daha mı kötüydü tüm evren, Bu cehennem çukuru Lizbon’u yutmadan? Emin misiniz, her şeyi yapan, her şeyi bilen Ve kendisi için yaratan ebedi nedenin, Bizi fırlatmış olmadığına bu acınacak diyaraKoymadan kaynar volkanları ayaklarımızın altına? Sınırlar mı koyuyorsunuz böylece o yüceler yücesi güce? Yasak mı koyuyorsunuz onun merhametine? Yok mu yoksa o ebedi zanaatkârın ellerinde, Amaçları için araçlar sınırsız bütünüyle? Etmeden saygısızlık efendime, dileğim naçizane, Bu yangılı cehennem, kükürt ve güherçile, Püskürtmüş olsaydı çöl çoraklığına ateşini. Zira hürmetim çok Tanrıma ama severim evreni de.Korkunç bir felaket altında inlerse insan eğer, Duyarlılıktır bu, heyhat, değildir kibir….”

1895 Yılında gerçekleşen İstanbul depremi yaşadığı derin duyguları Tevfik Fikret şöyle anlatmaktadır: “Bin üç yüz ondu... Daha dün bu eski yıkıntıya sen/Konuk olmuştun,/Sanki sinirli ve ateşli hastalar gibi yer/Birden/İçin için ve uzun/Bir sarsıntıyla çırpındı, kırdı, yıktı... Kaygı/Ve korku soldurdu yüzleri; evler, aileler/Birer döküntü oldu; kalanlar hep ezik, yıkık;/Korkuyla boyun eğme en onurlu başlarda,/Minarelerin bile/Yerde başı./İnsan böyle uğursuz bir vuruşla karşılaşınca/Birazcık uyanır./Biraz uyanmak için bin belâ... Ne kaba ders!/Sen işte böyle kara günlerin konuğusun,/Yaşayışın elbette/Kolay ve sevinçli bir yolculuk olmayacak;/Ama Bu çile çölünde/Kolay ve sevinçli bir yolculuğun ancak/Hayali vardır; uzak bir serap için koşmak/Ve sonunda yorulmak, boşuna yorulmaktır;/Hayatı gerçeğin deviyle çarpışan kazanır;/Zafer biraz da yıkım/İster; Yüceltici savaşa koşan şanlı, ama ağır,/Korkulu adımlar atar,/Önünde depremler, arkasında depremler!”

1939 Erzincan depremini anlatan unutulmaz bir şiir yazan Aşık Veysel’in şu şiiri bugün yaşadığımız büyük felakette hissettiğimiz duygularımızı, düşüncelerimizi ve durumumuzu anlatmaktadır: “Sam değmiş de bağlar dökmüş gazeli/Hanı harap olmuş Keşan Erzincan/Nice yiğitleri nice güzeli/Feleğin toruna düşen Erzincan/Kimi ana vermiş kimisi baba/Nice yavru vermiş gelmez hesaba/Felek kor insanı ne kaptan kaba/Tarihli felaket nişan Erzincan/Bahar gelir güller açmaz bağında/Kainat uykuda hep yatağında/Bir seher vaktinde uyku çağında/Feryadı dağlardan aşan Erzincan/Susmuş bülbülleri güller perişan/Garkolmuş toprağa kalmamış nişan/Kükredikçe dalgalara karışan/Hani Fırat ile coşan Erzincan/Dokuz kırk altıda uğradım gördüm/Veysel der içimden ağladım durdum/Bu ulu Tanrı'dan isteyin yardım/Gayret kuşağını kuşan Erzincan.” Depremde hayatını kaybeden insanlarımızı rahmet diliyor, toplum olarak cehaletle, sahtekârlıkla, sorumsuzlukla ve vurdumduymazlıkla mücadele etmemiz gerektiğini vurgulamak istiyorum.