Şiiri Boşver Demek de Ne Demek
Kitapların sayısı altmış beşe ulaştığı ile övünen konferansların sayısının binlerle ifade eden ve ilk yazdığı kitabın en olgun kitabı olduğunu söyleyen bir yazarla karşılaşmıştı Sabri Hoca.
Çok yazmak, çok satmak, çok görünmek gibi bir iddiası olmayan Sabri Hoca, yazarlık hatta şairlik hususunda da üstadı Sezai Karakoç’u örnek alır. Yine bir diğer üstadı İsmet Özel gibi mütevazi pozlar verdiği de vakidir.
Gelelim Sabri Hocanın karşılaştığı yazara. Bu nasıl bir yazarmış öyle. En çok beğinildiği kitabı ilk kitabıymış. Peki, diğer kitapları neden yazdın o zaman demezler mi? En çok da buna şaşılır. Yazarların gençlik ve olgunluk dönemi eserleri vardır. Acemilikleri ilk kitapta daha fazladır. İkinci kitapta ve üçüncüde acemilik yerini ustalığa bırakır.
Sabri Hoca bunları düşünecek durumda değildi. Ülkemizin en meşhur yazarı gelmiştir çağrısına uyarak öğrencilerine toparlanın çocuklar gidiyoruz deyivermişti. Ve öğrenciler de büyük bir heyecanla büyük bir yazarı görmüştü. Sabri Hoca da en az öğrenciler kadar heyecanlıydı bu meşhur yazarı dinlerken. Öğrenciler, yazarı dinlerken kitap okuma şevkleri oluşacak, zevkle kitap okuyacaklardı. Hangi kitap nasıl okunacak, nerden başlanacaktı?
Meşhur yazar öyle yapmadı. Konferansa kendi hayatından başladı. Nasıl yazdığını, neden yazdığını, nerden başladığını teğet geçmişti. Sabri Hoca bunda da bir hikmet var diyerek can kulağıyla dinlemişti yazarı. Zaten bu yazarla röportaj yapacak öğrenciye bu minvalde sorular vermişti. Röportajı da belki bu yazar öğrencilere rol model olacak diye düşünmüştü diye yapacaktı.
Fırıncı çırağıyla başlayıp bu kadar meşhur olmaya doğru giden bir hayat serüveninden kesitler sunmuş. Simitlerinin nasıl ıslandığını, gece yarılarında hamur yoğurduğunu, hasta annesine ilaç alabilmek için ne kadar da çabaladığını anlatırken aslında öğrencilerin göz yaşlarını da hitap ediyordu. Yazar, burada diğer meşhurların yaptığı taktiği uygulamıştı. Hani İbrahim Tatlıses mağara’da doğduğunu ballandıra ballandıra anlatır ya bu da aynı taktik. Yalnız içine biraz kişisel gelişim sosu olduğunu da söyleyelim.
Aslında yazar, ders çalışma ve arkadaş seçme noktasında öğrencilere birebir reçeteler sunuyordu. Ve kitaplarında yazılanları gerçek yaşamdan aldığını vurguluyordu. Tamamen realist biriydi.
Yazarın Hasan adında bir arakadaşı varmış. Bu Hasan, sınıfın olduğu kadar okulun hatta Türkiye’nin en iyi öğrencisiymiş. Bir gün sınıfa gelen müfettişe dersini vermiş. Müfettişin hakaretine o da yanlış soruyorsun müfettiş efendi diye karşılık vermiş. Hem sınıf arkadaşları hem de hocasının itibarını kurtarmış....Sonrası Hasan malum Türkiye ikinci olmuş uçak mühendisi olmuş ama arkadaş kurbanı da olmuş...Hasan’ın sonu daha da trajik olmuş...
Sabri Hoca, yazarın bu hatırasını beğenmişti. Diğer anlatımları, özellikle ağlamaya çalışarak olayları dramatize etmektense Hasan olayının gerçekçi olması öğrencide bir karşılık bulduğunu söylüyordu.
Konferans bitmiş, müsait bir yerde ev sahibi misafirine yani yazara çay getirmişti. Sabri Hoca da röportaj yapacak öğrencisiyle beraber yazarın yanına sokulmuş. Okul dergisi için röportaj yapma isteğine olumlu cevap alınınca sorular soruldu. Ses kaydı marifetiyle röportaj tamamlandı. Diğer okuldan da bir hoca şiir denemeleri olan, şiirler yazan bir öğrencisini getirmiş, malum yazardan şiir üzerine tavsiye üsteyecekti. Şiir’e yeni başlangıç yapan bu hanım kızımız, yazara hocam ben de şiir yazıyorum, ne tavsiye edersiniz demesin mi? Sormaz olaydı soruyu. Yazar da bir tuhaflık bir kızgınlık başladı. Kızım şiir falan yazmayı bırak, meslek kazanmaya bak. Şiir sonrasında gelir. Bak millet başbakana bakıyor şaire bakıyor mu?
Sabri Hoca bütün bu olanlar içinde tebessümü tercih etti. Tam diyecekti ki başbakan kalmadı ki hocam, artık cumhurbaşkanlığı var. Ya da meşhur şairlerimizin şiirini okurken kendinden geçen bir başbakan vardı, hatırlıyor musun diyecekti. Ama vazgeçti. Söyleyemedi Sabri Hoca bunu. Tebessüme sığınmayı tercih etti. Gelen yazar misaifiriydi. Ayrıca şiirden anlamayacak kadar sığ bir yazarla karşılaştığı için üzülüyordu. Yıllar önce bir iktisat doktoru şiire itiraz etmiş. Sabri Hoca, o iktisatçıyı şiir sevmeyen adam ilan etmişti. Sonra adam ben iktisatçıyım,şiir sevmeyebilirim demişti. Ya bu yazar, bu meşhur yazara ne diyecekti. En azından şiir sevmese de şiire muarrız olmazdı. Şimdi şiir yazmış, ya da yazacak öğrenci de ince duygular nasıl gelişecek. Sevgi, sözcüğü aşk sözcüğü nasıl doğacak bu geleceğimizin teminatında. Şiirden anlamayacak kadar ufkumuz dar olabilir mi. Bari bir Orhan Veli okuyaydı, İstanbul’u dinleyeydi.
Bu sığ ve dar dünyada popüler olmayı yeğlemiş bir yazardan şiir üzerine ne konuşulması beklenir ki. Şiiri boş ver de ne demek. Şiiri boş vermek hayatı boş vermektir.