Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
35.98
Gram Altın
3007.42
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Haziran 2023

Şiirdeki insan kokusu

“İnsanların kanatları yok, insanların kanatları yüreklerinde...”

Şiir, hayatı, insanı, doğayı sahici bir şekilde ifade ettiği zaman duygu, düşünce ve düş dünyamızda derin değişimlere, dokunuşlara ve dalgalanmalara neden olmaktadır. 60 Yıl önce aramızdan ayrılan Nazım Hikmet (17 Ocak 1902-3 Haziran 1963), insanlık edebiyatında insanların duygularına, düşüncelerine ve bizatihi varlıklarının derinliklerine dokunmaya devam eden ölümsüz bir insanlık şairidir. Nazım’ın şiirinde, insanın, doğanın ve hayatın kokusu ve kendisi vardır. Afşar Timuçin, Nazım’ın şiirinin her tarafında insanın olduğunu çarpıcı bir şekilde tespit etmektedir: “O hem bir sanatçı, hem gerçek anlamda bir düşünür olarak bize her şeyden önce insanın büyüklüğünü, insan olmanın değerini öğretir. Şiiri tepeden tırnağa insandır. Ondan öğrendiğimiz bir başka şey, sanatçının bilgili olma zorunluluğudur. (…) Salt duyarlılık, salt sezgi, salt öngörü yetkin sanat yapıtlarını oluşturmaya yetmeyecektir. Duyarlılık da, sezgi de, öngörü de ancak bilgiyle gelişebilen şeylerdir. Nâzım Hikmet bize ayrıca şunu öğretmiştir: Gerçek bilgi toplumun ve tarihin bilgisidir, insan yaşamı zorunlu olarak toplumsaldır ve tarihseldir, buna göre gerçek insan kendisini toplumsal bir varlık olarak duyan insandır. İnsan ancak başkalarıyla insandır.” Nazım, insanın ve doğanın kokusunu birleştirerek kendisini, daha doğrusu insanı şu çarpıcı ifadelerle anlatmaktadır: “Ne mutlu bana, ne mutlu, / ışıklı rüyalarla dolu bir bahar uykusu gibiyim, / akarsu gibi umutlu / ve buğday tanesi gibi cesurum”

Nazım Hikmet için şiir, insanı anlatan özgür bir faaliyettir. İnsanı sınırlayan hiçbir formun olmaması gerektiği gibi, şiiri sınırlayan hiçbir şekilcilik olmamalıdır. Nazım’a göre sanatın en büyük düşmanı, her türlü yobazlık, yani sekterliktir. İnsana dair her şeyden özgürce söz etmek isteyen Nazım, şiirindeki insan ve özgürlük özünü şöyle ifade etmektedir: "Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler de dar kafalıdır. Şiir öyle de yazılır, böyle de. Ben şimdi bütün şekillerden yararlanıyorum. Halk edebiyatı vezninde de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En sade konuşma diliyle kafiyesiz, vezinsiz şiir de yazıyorum. Sevdadan da barıştan da inkılaptan da hayattan da ölümden de sevinçten de kederden de umuttan da umutsuzluktan da söz ediyorum. İnsana has her şeyin şiirime de has olmasını istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende bütün duygularının ifadesini bulabilsin."

“Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” diyerek tasvir ettiği kadını, erkeğin kölesi ve hizmetçisi olarak mahkûm eden ataerkil, cinsiyetçi, sömürücü ve fanatik kültüre karşı kadının eşitliğini, onurunu, haklarını ve özgürlüğünü Nazım savunmuştur. Kadını erkeğe hizmetçi ve köle gören ataerkil bakışaçısını tersine çeviren Nazım, erkeğin, kadına incelikle, özenle, eşitçe, duyarlılıkla, hakça ve duyguyla nasıl davranması gerektiğini şöyle anlatmaktadır: ‘’…Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin. Yorulmuşsundur, nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını, ne gül suyum, ne de gümüş leğenim var. Susamışındır, buzlu şerbatim yok ki, ikram edeyim. Acıkmışsındır, sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam memleket gibi esir ve yoksuldur odam…’Nazım’ın şiirlerinin her tarafında doğa, insan ve kadın kokusu içiçedir.“ Nazım Hikmet, özgürlüğün ve yaşama sevincinin kaynağını kadın olarak görmektedir: “İkisi de özgürlüge… Gelsene dedi bana/Kalsana dedi bana/Gülsene dedi bana/Ölsene dedi bana/Geldim/Kaldım/Güldüm/Öldüm”

Nazım, insanın en asli işinin sahici anlamda yaşamak olduğuna inanmaktadır: “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.” Jean Paul Sartre, Nazım Hikmet'in hiç yorulmadığı yaşama mücadelesini ve direncini şöyle anlatmaktadır:"Vefalı dost, yiğit savaşçı, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde insana hizmet etmek ama hiçbir şeye kayıtsız kalmak istemiyordu. Bilirdi ki insan yaratılmış bir mahlûktur ve asla dünyaya hazır gelmiyor. İnsanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratması gerekmektedir. Sözün kısası, Nazım Hikmet'in dediği gibi asla uyumamak lazımdır. O asla uyumadı. Önemli olan odur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu."Altmışıncı ölüm yıldönümünde insanlık şairini saygıyla anıyorum.