Şiir, hayat ve çoğulculuk
Hayatın ve tabiatın her boyutu çeşitlilikle doludur. Çeşitlilik, insanın ve tabiatın değişmez özelliğidir. İnsana ve tabiata tek tiplilik yakışmamaktadır. Hayat, insan ve tabiat çoğulculukla farklılıklarla güzeldir. Hayata ve tabiata karşı yapılabilecek en kirli ve karanlık suikast, insani ve tabii çeşitliliği ortadan kaldırmak için yapılan teşebbüslerdir. İnsan ve tabiat, çeşitliliğini koruduğu sürece anlamlı ve değerlidir.
Şiir, hayattaki çeşitliliği ifade eden en anlamlı yoldur.
Hayatın ve tabiatın çeşitliliğini şiirle anlatmak, insana has bir olgudur.
Şiirde insana ve tabiata ait bütün çeşitliliği bulmak mümkündür. İnsanın coşkusu,
özgürlüğü ve çeşitliliği şiir şeklinde varolmaktadır. Goethe, insana ve tabiata
dair çeşitliliği anlattığı için şiir okyanusunun hiçbir zaman kurumayacağını
söylemektedir: “Şiirin konuları hiç eksik olmayacaktır; çünkü dünya o kadar
büyük, o kadar zengin, yaşam o kadar değişik manzaralı ki… Hiçbir gerçek konu
yoktur ki şair onu gereği gibi işlemesini bildiği andan itibaren şiirden yoksun
olsun.” Hayat ve tabiat varolduğu sürece, şiirde varolmaya devam edecektir. Tabiat
ve insana dair her şey şiirdedir. İlhan Berk’in dediği gibi: “Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi
atsam / Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir / Kiminde. Hem her şey
şiirlerde değil miydi? / Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde / Gider
gelirdi / Böyle yaşayıp gidiyorduk.”
UNESCO, insanlığın dil çeşitliliğini kutlamak için 21 Martı
Dünya Şiir Günü olarak ilan etmiştir. İnsan ve tabiatın çeşitliliğini dil
anlatmaktadır. İnsan, dil sayesinde var olmakta ve varoluşunu
gerçekleştirmektedir. İnsanlığın bütün dilleri, insani ve tabii çeşitliliği
anlatan eşsiz imkanlardır. İnsanlığın en mükemmel sermayesi dildir. Bütün
dillerde yazılan şiirler, bize insanlığın bir yönünü anlatmakta, yenilenmiş ve
çeşitlenmiş hayatları keşfetmemize rehberlik etmektedir. Fazıl Hüsnü Dağlarca,
dilin şiiri, şiirin dili karşılıklı olarak oluşmasına dair şu tespitte
bulunmaktadır: “Şiir bir olgudur; evet,
ama yüz bin yıllık araçlarla bir olgu. Bir ozan her dizesine kendi yaptığı
dilden, kendi yaptığı dilbilgisinden kata kata en sonunda hem büyük dilini,
büyük dilbilgisini yaratır; hem okuyucusunu oralara ulaştırır.”
Dilin her sözcüğü, hayatın farklı bir yönünü anlatmaktadır.
Şiir, bütün dillerde sözcüklerle yapılan danstır. Cahit Sıtkı Tarancı, şiirin
sözcüklerle dansını şöyle anlatmaktadır: “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler
kurmak sanatıdır. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ
bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük insanoğlundan haber verir. Sözcük boş
bir kalıp değildir. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü,
felsefesi, kişiliği, her şeyi şiirde belli olur. Sözcükleri tanımak, sevmek,
okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl
bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek.” Şiiri var eden insanın nefesi ve
sesidir. Yahya Kemal, nefes ve sesle birlikte şiirin vücut bulduğunu
söylemektedir: “...Şiir, nesirden
bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde “nefes”
ve “ses” iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da
ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru (borusu) kadar gür olsun,
kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.”
Hayatı anlatan ses ve nefes eleştirel olmalıdır. Despotlar,
tek tipleştirmeden, kalıplardan, sınırlardan ve yasaklardan hoşlanırlar. Şiir,
hayata ve insana dair yapılan önemli bir eleştiridir. Berolt Brecht, sanatın
eleştirisiz olmayacağını çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir: “Eleştiriyi ölü, verimsiz, zaman aşımına
uğramış bir şey olarak düşünmek çok yanlış. Kritiğin böyle algılanmasının
yaygınlaşmasını Bay Hitler ister. Gerçekte ise eleştirel tutum, tek verimli
olan, insana özgü olandır. Eleştirel tutum, işbirliği, ileriye yöneliş ve yaşam
demektir. O olmadan, sanattan gerçek tat alınamaz.” Şiir, eleştiridir,
özgürlüktür, tutkudur ve sevinçtir.
Şiir, insanı ve hayatı yenilemektedir. Şiir sayesinde yeni
hayatlara yelken açan insan, yeniden yeni insan olma imkanına kavuşmaktadır.
Türkan İldeniz’le birlikte yeni hayata ve insana şiirle yelken açalım: “...Vardır
bir şiir: Sarnıç suyu gibi durgun / Vardır bir şiir: Batık kent gölü gibi
mahzun / Vardır bir şiir: Çığ gibi iner çavlan yaratır / Vardır bir şiir:
Dalgaları hem kendisiyle hem kıyıyla çarpışır / Vardır bir şiir: Zamanla
yarışır / Şiirler ses resmidir, sesle çizilir. Hayatın özünde karılmıştır
mayası. Renkleri asla solmaz / Yansıtır çağının gölgesini, güneşini. Yansıtır
devranın ölçeğini. Ülkenin gerçeğini. Şairi itilip kakılsa, hapse atılsa,
derisi soyulsa, asılsa, kurşunlansa, yakılsa da; şiiri yaşar sonsuza kadar ve
dipdiri çıkar sayfalardan, bin yılları aşarak…Ve şairler, ve onlar; önce İNSAN
dediler, sonra İNSAN. Yanına ekmek, çiçek, gerçek çizdiler. Aysın aydınlansın
ortalık, saklanmasın karanlığa kirli işler. Bilinsin çakma denizde kutsanan,
yalan dolan, yağma, talan bilinsin diye kelle koltukta gezdiler. Ama hiçbir
zaman kalemlerinden eksik etmediler UMUDU. Onlar. Buz Altında Yanardağ. O
yüzden, biz yorulmak bilmeyiz. Bilmeyiz yorulmak biz. Yine İNSAN’a, yeni
İNSAN’a gideriz. Gün olur bir şiir açar, gökyüzü büyür tat gelir acıya.
Duraklamışsa, dinleniyorsa bekleyin biraz lütfen, bir volkandır az sonra
patlayacak. Silahları hile pusu ve tuzak diye, işte biraz ondan; tam
yılgınlığın belirdiği yerde bir şiirle yeniden tutunuruz kendimize…Selam
gençlik, cömert doğa, kâinat tarihin kanlı sayfalarına inat defolsun
yeryüzünden öfke ve kin, işte zeytin dalı, işte güvercin haydi barış çocukları
hep birlikte YENİ’ye YAŞASIN HAYAT.”