Dolar (USD)
32.31
Euro (EUR)
34.91
Gram Altın
2291.24
BIST 100
9056.6
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

05 Aralık 2013

Sihirli Değnek Kimde Olsun

Aşırı bir basitleştirme ile toplumların da insanlar gibi belirli sorun çözme alışkanlıkları üzerinden yol aldıkları ileri sürülebilir. Tarihsel-toplumsal dinamiklerin şekillendirdiği bu alışkanlığın devre dışı kalması sürekli olarak dile getirilse bile olabildiğince zordur. Zira alışkanlıklar, çoğunlukla bilinç alanından ziyade kuşatılıp kontrol edilmesi mümkün olmayan bilinçdışının karanlık coğrafyasına kök salmışlardır. İdeolojik-politik konumlanışı ne olursa olsun aynı atmosferik bağlamda yaşam sürdürenler bir noktadan sonra karşımıza görüntüsü farklı ama içeriği aynı olan bir pratik ile çıkmaktadırlar. Farklılığın esasta bir farklılığa tekabül etmemesi ya da benzerliğin zannedilenden çok daha fazla olması garip bir şekilde şiddetli bir çatışmayı beslemektedir. İçerikteki benzerlik düzeyi yükseldikçe beraberinde teskin edilmesi güç bir hoşnutsuzluğu taşımakta ve bu durum da bizi görüntünün fetişleştirildiği kırılgan, yüzeysel bir ilişki ile karşı karşıya bırakmaktadır. Tüm farklılığın salt görüntü üzerine yaslanıyor olması esaslı bir ilişkinin kurulmasını güçleştirmekte ve taraflar arasında semboller üzerinden seyredecek bir güç ilişkisini körüklemektedir. Doğal olarak sosyal-ekonomik bir arka plana yaslanmayan ayrışma, meşruiyetini ateşli bir şekilde ileri sürülen semboller, klişeler ve sloganlar üzerinden gidermeye çalışmaktadır.
Benzer zihniyetin farklı dünya görüşlerini üzerinde taşıması anlamlı bir farklılığa tekabül etmemektedir. Kesin inançlılık temelinde uzlaşmaz bir tutumla yol alan her akımın ideolojik kamuflajı birazcık kazındığında karşımıza benzer bir içerik çıkmaktadır. Dolayısıyla aynı zihniyet yapısına sahip olan kesimlerin söylemlerinde açığa çıkan dünyaya ilişkin her türlü farklı okuma girişimi, tarzı ve üslubu ile karşıtına dönüşmektedir. Türkiye'nin yakın siyasi tarihi bu konuda zengin bir veri deposudur. Siyasal yaşamımızın temel çatışma konularının tümü; Sağ-Sol, Laik-Anti Laik, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, görüntülerinin farklılığına rağmen inanılmaz derecedeki benzerlik ile gündemimize gelmişlerdir. Tüm kesimler kendi pozisyonlarının doğruluğuna ilişkin hiçbir tereddüde düşmeden ve en küçük uzlaşma arayışını gereksiz görerek yol almışlardır. Bu durum çoğunlukla sisteme ilişkin derin yapısal kavrayışlar yerine sistemin kullanıcılarını merkeze alan bir sorgulamayı getirmektedir. Sistemin kendisinin değil sistemi kullananların önem kazandığı bir süreç içerisinde konumlanmak kendi başına trajikomiktir ancak sosyal gerçekliğimizin temel bir hastalığına işaret etmektedir.
Türkiye'de yıllardan beri sistemik bir sorgulama yerine mevcut düzenin kim tarafından, hangi kesim tarafından kullanılacağını eksen alan bir tartışma yaşanmıştır. Tüm kesimlerin düzenin yapılanmasını sorunlaştırma yerine sistemin kullanıcılarını hedef alan siyasetleri kaçınılmaz bir şekilde bizi siyasetin sorun çözücü alanından alıp ahlaki bir noktaya taşımaktadır. Dolayısıyla düzenin başında bulunanların ahlaki yetersizlikleri yeni gelenlerin ahlaki olgunlukları ile değiştirildiğinde sistemin çalışmaması için bir sebep gözükmemektedir. Kullanıcılar temelinde ahlaki bir alan üzerinde tartışmayı yürütmek belirtildiği gibi farkında olarak ya da olmayarak siyasetin tasfiyesine çalışmak demektir. Ahlaki alanın iyi kötü, doğru yanlış gibi kategorileri üzerinden tüm mücadeleyi dost-düşman düzlemine çekerek yanıltıcı bir konfor arayışından uzak durmalıyız. Tüm sorunları ahlaki alanın sunduğu yanıltıcı berraklıkta çözüme kavuşturma girişimi bizi kaba güç ilişkilerine ve nihayetinde de güçlü olanın tahakkümüne mahku00fbm etmektedir.
Kullanıcılara odaklanmış kısır politik kavgalar yerine sistemin kendisini hedef alan, sorgulayan, tartışan bir pratiğe gereksinimimiz bulunmaktadır. Son günlerde gündemimizi meşgul eden dershane tartışmasında da karşımıza çıkan kullanıcılar odaklı süreç, başka hesaplara matuf değilse, kısır ve enerji tüketici olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Eğitim-öğretim sisteminin tüm boyutlarını göz önünde bulundurup tartışmaya açmak yerine yan unsurlarına odaklanmak, karşımıza tarafların verili alanlarını genişletmek ve muhafaza etmek için sergiledikleri sınır tanımaz güç oyunlarını çıkartmıştır.
Zorunlu eğitimin gün yüzüne çıkıp kurumsallaşmasından bugüne değin kendisine yüklenilen sihirli değnek rolüne ilişkin bir sorgulamayı maalesef dershane tartışması vesilesi ile de duyamadık. Devletin "makbul vatandaş", hükümetin "dindar gençlik", cemaatin "altın nesil", BDP sözcülerinin tartışma vesilesi ile alana ilişkin pek heveskar tutumlarından anlaşılan "yurtsever gençlik" özleminin üretici şebekesi eğitim-öğretim olacaktır. İlgili taraflar eğitim-öğretim sistemi üzerinden genç nesile farklı yüklemeler yapmak konusunda bilenmiş olsalar bile bu sistemin "yaşam kurucu" rol üslenmesi noktasında hiçbir çekincelerinin ve farklılıklarının olmadığı rahatlıkla görülmektedir.
İkincil eğitim kurumlarının kapatıldığı (Tekke-Zaviye) ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte Anayasa'nın 174. maddesinde İnkılap Kanunlarının Korunması başlığı altında güvenceye alınarak tartışma hatta konuşma dışı tutulduğu ve elemenin kaçınılmaz olduğu düzlemde canhıraş bir şekilde dershaneleri tartışmak çok ilginç durmaktadır. Tartışma sürecinde rol alanlar, birincil eğitim kurumu işlevini üstlenmek noktasında değil dikkatle bakıldığında esasında ikincil eğitim kurumlarının gördüğü işleve talip olmaktadırlar ancak ilginç bir şekilde bunu da açık etmek istememektedirler. Bakalım şahane sistem, gizlenmiş niyetler ve art niyetli kullanıcılar üzerine kurulmuş denklemi nasıl çözeceğiz.
 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan